Gülünecek bir şey varsa söyleyin hep beraber gülelim... Kendini de unutsaydın... Ben anlatır giderim, maaşımı da alırım, istiyorum ki siz bir şeyler öğrenin... Ben lisedeyken çok tembel bir öğrenciydim... Arka taraf, kes artık... Sınıfı geçmek mesele değil, eşeği bağlasan eşek…devamıGülünecek bir şey varsa söyleyin hep beraber gülelim... Kendini de unutsaydın... Ben anlatır giderim, maaşımı da alırım, istiyorum ki siz bir şeyler öğrenin... Ben lisedeyken çok tembel bir öğrenciydim... Arka taraf, kes artık... Sınıfı geçmek mesele değil, eşeği bağlasan eşek de geçer sınıfı... Burası Dingo'nun ahırı mı... Ben bunları zaten biliyorum, siz öğrenin diye anlatıyorum... Arkadaşın camdan atlasa sen de mi atlayacaksın... Teneffüste neredeydiniz...
Biz gönüllü eğitim kölelerini, son tura girerken beş boy farkla önde olan yarış atlarına çeviren eğitim sistemimizden kesitler okudunuz. Belki hâlâ ilim irfan mücadelesi veriyorsunuz. Belki de anılar canlandı kafanızda. Tebeşir, önlük, çöp kutusunun başında toplanan kalemtıraş heyeti, cuma son iki dersin beden olması yahut bedenden sonraki derse eşofmanla girmenizi istemeyen öğretmeniniz... Balkon demirinin tadını çoğumuz biliyordur. Şu an fark ettim ki sıranın tadını da biliyorum... Neyse, size böyle bir filmle geldim.
Önceki yılki Dune'lar, Spider'lar, James Bond'lar dahil ve arasında en beğendiğim yapımdı üstte gördüğünüz kiremit kırmızısını andıran postere sahip arkadaş. Sivas'ın paltosunun üzerine kendininkini asarak ve Bir Zamanlar Anadolu'ya selam vererek oturdu favori yerli yapımlar listeme.
Mekanımız; Doğu Anadolu'un ücra bir köşesinde kara gömülü, askeriyeden hallice yatılı okul... Kahramanımız; oda arkadaşı -Memo- hasta bir şekilde uyanan Yusuf... Olayımız; dar alanda Memo için çözüm arayışıyken geniş pencerede ise kurumsal dünyadaki kast ve çarpık alt-üst ilişkileri... Bahsi geçen kurum olan okul, film boyunca yozlaşmış bir ülkenin portresini çiziyor. Tahmin edin hangi ülke, eveeet, Fildişi Sahilleri, şaka şaka, gülün diye, Filipinler'di cevap.
İlk başta kimsenin umursamadığı, inanmadığı, sallamadığı bir hastalık... Süreç ilerledikçe olayın ciddiyetinin de kavranmasıyla oluşan inanılmaz sade bir kaos ve kargaşa ortamı... Hiçbir dişlinin işini tam yapmamasına rağmen filmin sonunda kendi içinde kendini haklayan beyaz pastel boya lüzumsuzluğundaki sistem...
Yönetmenin de yatılı okul geçmişinin olması filmi oldukça gerçekçi kılmış. Hüp mısır yahut çekirdek misali azar azar yedirilen kurgusu seyirciyi içine almış. Filmin süresinin az olması ve mekanların çeşitlilik göstermemesi esere artı yazarken kusursuz kurgusuna da destekte bulunmuş. Aklın almayacağı derecede basit ve sade bir konuyu katman katman ve eleştiri çemberinde eriten bu gerçeklik size çok tanıdık gelecek, 'Kemalim yapmaz' beyin kendisi ve oyunculuğu da çok tanıdık gelecek ama o ayrı mesele, iyi seyirler🙌🏻
NOT: Biraz Kiarostami biraz Farhadi biraz da Kırmızı Pazartesi'niz varsa siz de evde bu filmi yapabilirsiniz.