Ne yazılır bilemedim.Konuşmaktan çok yazarken rahatlıyorum. İçimdekiler içimdeki dünyaya sığmayınca bende buraya yazdım. Şeridi arabayla doldurmak gibi işte… Bu arada yazı konusunda eleştiriye açığım. Acımayın. Ve yazarken dinlediğim şarkı: (Alec Benjamin - Let Me Down Slowly) Sağımda bir melek, solumda…devamıNe yazılır bilemedim.Konuşmaktan çok yazarken rahatlıyorum. İçimdekiler içimdeki dünyaya sığmayınca bende buraya yazdım. Şeridi arabayla doldurmak gibi işte… Bu arada yazı konusunda eleştiriye açığım. Acımayın.
Ve yazarken dinlediğim şarkı:
(Alec Benjamin - Let Me Down Slowly)
Sağımda bir melek, solumda olanlardan bi haber. Nefes alıyor, bakıyor, gülüyor. Gökyüzünde süzülen ebabilin kanatlarında evrene huzur dağıtıyor. Usulca yaşayıp gidiyor göğüs kafesimde. Ama yakın, ama uzak.. Bazen adım, adım. Bazen koşarcasına…
Peki mesafeler midir uzak olan yoksa o mesafelere sığdırdığımız hayaller mi? Ölüm müdür soğuk olan yoksa soğukta ölümü hissetmek mi? Yaşarken ölümü tatmak ölümün kendisi kadar acımasız. Yaşam ve ölüm ne derin kavramlar. Birisi yolun sonu diğeri engebelerle dolu bir yol. Bu yol heves kırıklıkları ve göz yaşlarıyla dolu. Görünenlerden çok görünmeyen yaralarına rağmen o yolu yürümek zorunda olduğun gerçeği ve her şeye rağmen dualarla süslü çerçeve içinde saklı kalan umutlar ve hayaller vardır. Evet hayaller…
O uçsuz bucaksız dünyamıza nelerde sığdırırız öyle. Milyonlarca insanın var olduğu bu evrende bu sınırları olmayan dünyamıza kaç kişiyi sığdırırız? O temiz dünyamızı sadece bir kişi ile doldurmanın maneviyatına kaç insan ulaşabildi ki? Kaçımızda var o yürek? Sevginin tende değilde kalpte başladığını kimler biliyor? Bilinmezler dolu o koca evren..
İçinde yaşadığınız evrenle, içinizde yaşattığınız evren arasında kurabildiğiniz bağ kadar mutlusunuzdur. Herkesin hakettiğini yaşadığı bir dünya yok, bir yerlerde birilerine hep yazık oluyor. Sınanıyoruz İşte. Testiyi kıranların suyu getirenlerden daha itibarlı olduğu bir dünyada yaşıyoruz sonuçta. Sınanma bu ya;
Kimisi baharın senfonik baş döndüren esintisiyle, kimiside kışın bıçak gibi keskin ve soğuk rüzgarlarıyla. Kimisi yeryüzünün aydınlık özgürlüğünde yıldızlara bakarak, kimiside odanın sert ve zifiri tavanına bakarken gökyüzünü hayal ederek. Kimisi üzerine martıların konduğu sahil kenarında süzülen bir kayıkla, kimiside güvertesinde tonlarca yük ile okyanusun deli dalgalarına meydan okuyan yük gemisiyle sınanıyor. Dünyanın iki yüzü ve bunca zorluğa rağmen temiz kalabilmek..
Pekii gerçekten temiz miyiz?
Her insan bir yağmur tanesi kadar temiz midir? Kirli dünyamıza yağan her yağmurda toprağın eşsiz kokusunu alır mıyız? Ufkumuzu açan o eşsiz koku her zaman baharın habercisi midir? Şefkatiyle toprağı yumuşatan o bereketli yağmurlar en çok kışın yağmaz mı? Beyazın en muhteşem halinin yaşandığı, güneşin bile aleviyle yakmayacak kadar saygı duyduğu bu muhteşem mevsimden neden korkarız ki? Gözlerin ve bedenlerin kirlenmediği, bütün insanlığı örtebilen soğuk ama masum mevsim.. Çay gibi yaşanır o kış günleri. Kâh açık, kâh demli. Her anımıza şükretmek hepsinden değerli…
Sağnak yağmurun altında ateş yakma çabasıdır hayat ki bu yüzden “her şey güzel olacak” sözünü vermeyin. Malesef ki olmuyor ola ki “her şey kötü oldu, ben yine senin yanındayım” sözü çok daha kıymetli. Kulak verin birbirinizin sesine ve ne demek istediğinizi anlamaya çalışın. Bir birinizin yankısı olun, kaybolup gitmeyin. Ses yankısını duymazsa kaybolup gider. Sessizce dinleyin… ☔️
Saçmalamam bu kadardı. Herkese her şey için teşekkürler. ✨🌸