yönetmenliği bong joon-ho tarafından yapılan 2019 yapımı güney kore filmi. the lower classes smell. [ alt sınıflar kokar] (george orwell, wigan yolu iskelesi) mr. park şoförü olarak çalışan yoksul ki-taek'in farklı koktuğunu fark eder. karısı yeon-gyo'ya tarif ederken metroya bindiğinde…devamıyönetmenliği bong joon-ho tarafından yapılan 2019 yapımı güney kore filmi.
the lower classes smell. [ alt sınıflar kokar]
(george orwell, wigan yolu iskelesi)
mr. park şoförü olarak çalışan yoksul ki-taek'in farklı koktuğunu fark eder. karısı yeon-gyo'ya tarif ederken metroya bindiğinde duyduğun koku gibi, der.
gibi kokmak
* mis gibi, leş gibi, yahudi gibi, afrikalı göçmenler gibi, fahişeler gibi, hintliler, araplar, zenciler gibi kokmak(!)
koklayan egemen sınıf ve kokanlar
koku, biyolojik fizyolojik olduğu kadar; toplumsal, kültürel, sınıfsal dolayısıyla politik bir fenomendir aynı zamanda.
* 1900'lü yıllarda ingiltere'de lavabo ve banyo yaygın değil ve 16. yüzyılda trente konsili banyo yapmayı ahlaki sebeplerle yasaklıyor. arınması gereken günahkar kişiler ancak banyo yapar çünkü. fakirlerin burjuvaya nazaran daha tutucu olmaları bir yana zaten temizliğe ulaşmak da bir imkan meselesidir.
* 17. yüzyılda prag'da rahipler zina yapanların kokularından ayırt edilebileceğini iddia eder.
* 18. yüzyıl fransa'sında yahudileri iğrenç kokan insanlar olarak değerlendirilir.
* 1990'ların başında paris belediye başkanı jascues chirac afrikalı göçmenlerin gürültü ve kokularının fransız vatandaşlarını delirttiğini söyler, halka açık bir konuşmasında üstelik. [ buna güçlü bir tepkiyi rap müzik grubu olan zebda verir.]
parazit filmine dönersek koku burada da keskin biçimde sınıfsal ayrılığı imgeler. " o yaşa kadar itilip kakılmanın, sömürülmenin, lağım basan bodrumda yaşamanın ne demek olduğunu öğrenmiş, bunlarla cinayet işlemeden başa çıkabilmiş bir adam" (aksu bora) olan ki-taek, ona, ait olduğu sınıfın kokusu hatırlatıldığında çığırından çıkıp patronunu bıçaklar, ona arabanın anahtarını attıktan hemen sonra.
koku ve kir
kir, olmaması gereken bir yerde olmak ve dolayısıyla temiz, steril olanı kirletmek anlamına geliyor eski tanımına göre. bu durumda alt sınıflar, göçmenler, fahişeler, fakirler sistemin tehditkar dayanılmaz kokusuna dönüştürülür.
(erdoğan altun, kampfplatz dergi)
filmde dikkat çeken bir diğer unsur mekan insan ilişkisi üzerinden se farklı sınıfları vurgulama biçimidir. yağan yağmurun üst sınıf için bir arınma, temizlik, ferahlık ve haz biçimi oluşu alt sınıflar için tam bir (sözümona ) 'doğal' felakettir. toplumsal hiyerarşi aslında pek de sembolik, soyut değil bizatihi mekana işlenmiştir. sokaklardan yağmurda koşan aile üyeleri merdivenlerden ine ine kendi mahallelerine ve bodrum katlarına varışları bunun güzel bir örneğidir.
sınıf çatışması ve aradaki uçurum kendini bizzat çevresel adalet yoksunluğu üzerinden de ele verir. lewis mumford çok iyi ifade eder bu çevresel dezantaj zincirini:
"yeterli doğal ve kültürel kaynakların bulunmadığı bir çevreye ayak uydurabilen bir proletarya: temiz hava olmadan, sağlam bir uyku olmadan, iç açıcı bir bahçe veya oyun parkı olmadan idare eden; gökyüzünü ve güneşi görmeden, özgürce hareket edemeden, içinden geldiğince oynayamadan, gönlünce sevişemeden yaşayabilen insanlar. metropollerin “çöküntü” denen alanları esasen “olmadan idare edilen” alanlardır. buralarda yaşayıp da güzel bir kent manzarası görmek isteseniz, otobüse binip kilometrelerce yol tepmeniz gerekir; bir parça doğa yüzü görmek için kalabalık bir trenle şehir dışına çıkmak zorundasınızdır. imkânınız yoksa, pes edersiniz: kronik açlık, iştah kaybına yol açar. nihayet, ne kaybettiğinizin farkında bile olmadan yaşayıp ölebilirsiniz."
metropole karşılık çöküntü bölgesi