Spoiler içeriyor
Ne konusuna ne fragmanına ne de hakkındaki yorumlara bakmadan, ne akla hizmet sabahın dördünde izlemeye başladım acaba bu filmi? Basit, ve yapım yılından dolayı da eğlenceli bir film bekliyordum ama bilinçaltına iyi bi' sübliminal yiyerek kapattım günü büyük ihtimalle. Kendi…devamıNe konusuna ne fragmanına ne de hakkındaki yorumlara bakmadan, ne akla hizmet sabahın dördünde izlemeye başladım acaba bu filmi? Basit, ve yapım yılından dolayı da eğlenceli bir film bekliyordum ama bilinçaltına iyi bi' sübliminal yiyerek kapattım günü büyük ihtimalle.
Kendi televizyon kanalında yetişkin içerikleri yayınlayan Max isimli bir adam, kanalı için o dönem çekilen filmlerden daha farklı, daha gerçekçi(!) içerikler ararken bir gün Videodrome isimli işkence içerikli bir kasede denk gelir ve tam da aradığı şeyi bulduğunu düşünür. Max, Videodrome isimli bu korsan yayını izledikten sonra bu videonun arkasındaki kişileri merak edip bu işin peşine düşer. Bu arada bu kaset, sıradan çinko kasetler gibi değildir; izleyen insanın beyninde bir tümöre sebep olur. Beynine sinyali yiyip nur topu gibi bir tümöre sahip olduktan sonra yavaş yavaş gerçeklik algısını kaybetmeye başlayan Max'in, bu işin arkasındaki insanlarla ve gerçekle hayalin birbirine girmesiyle kendine ve dış dünyaya olan güvensizliğiyle yaşadığı mücadeleye, onunla birlikte muallakta kalarak "ne anlatıyosun be abla, gözünü seviyim be abi" diyerek şahit oluyoruz.
Medya manipülasyonun, pornografi bağımlılığının (herhangi bir bağımlılık için de geçerli olabilir gerçi) insanı gerçeklikten ne denli koparabileceğinin, oturup ekran karşısına geçildiğinde hayatla bağı nasıl kopardığımızın farklı bir açıdan, güzel bir yüzleştirmesi olmuş bence film. 80'lerde çekilmesine rağmen bazı fikirler ve sahneler o kadar günümüzü anlatıyordu ki yönetmenin ön görüsünü, ara sıra içimden "Senn, kahin misin?" diye sorarak izledim. Hele bir yerde, Brian O'blivion isimli karakterin "İnsanlar bir süre sonra kendi isimlerini kullanmayacaklar, herkesin özel bir ismi olacak" minvalindeki sözleri, izlerken "Oha, abi noluyo? 😮" diye triplere soktu beni. Eh, insan ufak şeylerden böylesine etkilenmeyi bilecek işte... 80'lerde televizyona ve o dönemki teknolojiye böylesine tepkili olan sayın Cronenberg, artık neredeyse bir uzvumuz hâline gelen akıllı telefonlar ve kendimizi sürekli uyuşturduğumuz ve etkisi altından çıkamadığımız sosyal medyayla, günümüzde bu tarz bir film çekse, geleceğe dair bize neler anlatırdı onu merak ediyorum.
Filmde, Videodrome'un arkasındaki kişilerin (aslında direkt Videodrome diyebiliriz) motivasyonu, git gide sertleşen bu dünyaya ayak uydurabilmeleri için artık yumuşamaya başlayan Amerikalıları, "kendilerine getirmek". Çünkü insanlar, artık iyiyi veya kötüyü ayırt edebilecek kadar bilinçli veya akıllı değiller; onları yönetecek daha üstün bir akla ihtiyaç var. Bu tutum bana The Century of the Self belgeselini hatırlattı. 1920'lerin başında, Freud'un yeğeni Edward Bernays, amcasının kuramından faydalanarak, reklamlar yoluyla insanların hislerine ve arzularına hitap edip, ürünlerle insanlar arasında duygusal bir bağ kurarak ürünleri pazarlıyor. Böylece insanların, manipülasyon yoluyla irrasyonel bir şekilde hareket edebileceklerini kavrıyor Bernays. Bu şekilde bir reklam üzerinden bile kolayca manipüle edilebilen bir insanın, vereceği herhangi bir karara güvenilebilir mi? Veya oy kullanıp ülkenin geleceğini belirlemesine izin verilebilecek kadar rasyonel bir varlık olduğuna güvenilebilir mi? Bernays için bu soruların cevabı olumsuz tabii ki. Bu yüzden Videodrome, maruz kalındığında oluşturduğu halüsinasyonlarla insanların en gizli arzularına hitap edip onlara istedikleri şeyleri verirken bir yandan da aslında zihinleri ele geçirerek karar mekanizmalarıyla oynamasıyla bana Bernays'ı hatırlattı. Geçmişte sadece televizyon reklamları üzerinden maruz kaldığımız bu duruma, şu an 7/24 her yerden maruz kalıyoruz. Markalar, sosyal medya ünlülerine, bize "influence" etmeleri için ödeme yapıyor. Belki filmdeki gibi açık açık porno içerikleri verilmiyor kullandığımız platformlarda ama çıkan reklamlar hep kadın bedeni üzerinden, bel altına vurularak pazarlanıyor. İnsan da hâliyle oturup bir düşünüyor, ne yaşıyoruz abi biz, diye... Ve filmde, tümörle yaşanan gerçeklikten kopuş olayını da, farkına vararak veya varmayarak bu sayede her gün yaşıyoruz aslında. Bizim tümörümüz de sosyal medya, "influencer"lar, telefonun ekranını açsak ağzımızdan içeri sokulan reklamlar... Sürekli düzeltmelerle veya filtrelerle çekilip kendini sanki mükemmel bir cilde sahipmiş gibi gösteren ünlüler; ölse, vücudundaki plastiklerden dolayı bi' 400 sene sonra anca toprak olabilecek insanların, sanki vücutları Allah vergisiymiş gibi beden olumlama yapmaları; yaşamadığı hayatı yaşıyormuş gibi gösteren insanların, hiç dertleri yokmuşçasına sürekli "mutluluklarını" paylaşmaları... ve sürekli sürekli bu mükemmel hayatlara, mükemmel bedenlere, mükemmel yüzlere, zenginliklere, Kemal Sunal'ın pişen tavuğa camın arkasından bakıp hayali ekmeğini bandırması gibi, telefonumuzun camından bakıp iç geçiren zavallı bizler... İnsan bedeniyle, hayatla, insanî ilişkilerle, geçimle, ülkeyle, dünyayla ilgili gerçeklik algımızı kaybettiren şeyler bunlar. Gerçeklik algısını kaybedip, ulaşılması zor bir hayal peşinde koşmamıza sebebiyet verebilecek şeyler. Koşarken belki de her atacağımız adımda ardımızda kendimizden bir şeyler bırakıp oluşturulan bu yapay gerçeklik duvarına toslayıp, hissettiğimiz yabancılıkla bizi ortada bırakacak şeyler.
O yüzden artık teknolojinin bize vurduğu bu prangaları bir kenara atıp kendi kararlarımızla harekete geçmeye başlamalı ve özgürleşmeliyiz, di' mi?
Max Videodrome'un kontrolü altındayken, babasını öldüren bu kasede (varlığa?) düşman olan Bianca O'blivion isimli kişiyi öldürmekle görevlendiriliyor ve Bianca, Max'e Videodrome'un gerçek yüzünü göstererek onu bu kontrolden kurtarıyor. Ve ona Videodrome'un ortadan kalkması gerektiğini söylüyor. Max de Videodrome'dan intikam almak için yola çıkıyor. Şimdiii... burada da aklıma Darian Leader'ın "El" kitabında özgürlükle alakalı yazdığı şeyler geldi: "Özerklik edimi aslında bir vantrilokluk edimidir. (...) Özgür olma ve kendi seçimlerimizi yapma mecburiyeti, dışarıdan gelen, bize özgür olma emri veren bir buyruklar ağıyla çerçevelenir." Max de tam burada bahsedildiği gibi, dışarıdan bir müdahale ve emirle "özgürlüğüne" kavuşur. Yani aslında Max'in yuları, Videodrome'dan Bianca'ya geçer. "Gerçekten tamamen özgür olabilir miyiz? Kendi isteklerimizin, kararlarımızın, arzularımızın bize ait olduğunu iddia edebilir miyiz?" sorularıyla baş başa bırakıyor bizi yönetmen. Max gerçekten özgürlüğüne kavuşmuş mudur, bütün bunlar yaşanmış mıdır, yoksa her şey Max'in beyninde yaşanan halüsinasyonlardan mı ibarettir, bunları bilemiyoruz. Ama yani, gerçeklik dediğin nedir ki? Brian O'blivion'un da söylediği gibi "After all, there is nothing real outside our perception of reality, is there?"
Bir de filmde, Max'in vücudunda açılan yarık ve vücudunda yarık açılan her aklı başında insanın yapacağı gibi, açılan yarığın içine yerleştirdiği silahın elleriyle bir bütün hâline gelmesiyle, aslında teknolojinin getirdiği bir evrime de şahit oluyoruz. Şahit olduğumuz bir diğer evrim örneği de bizim görmediğimiz ve bir üst bilişe geçeceğinden de emin olmadığımız ama Max'in intihar ettikten sonra dönüşeceği vadedilen varlık. Ve bu örnekler üzerine, filmin sloganı hâline gelmiş "Long live the new flesh!" cümlesiyle bu evrim iyice gözümüze sokuluyor. Yine burada El kitabındaki "İddia edilen o ki, ısırığın topografyasını değiştiren çatal bıçak takımı kullanımının başlamasıyla ağzın yapısı nasıl değişmişse, en nihayetinde ellerimiz de farklı bir yapıya bürünecek." cümlesi geldi. Evet, teknolojiyle birlikte değişiyoruz, evrimleşiyoruz ama ben, bu değişimin, böyle bir üst bilişe geçiş veya üst düzey yeteneklere sahip olma olarak gerçekleşeceğini sanmıyorum. Büyük ihtimalle git gide daha hantal, daha kambur olacağız ve ellerimizi ve belki de vücudumuzun bazı bölgelerini bugünkünden daha kısıtlı bir şekilde kullanabileceğiz. Yani eğer bir evrim yaşanacaksa bu, cyber-punk türü filmlerdeki gibi değil de Idiocracy filmindeki gibi bir şey olur herhalde.
Genel olarak beğendim filmi. İyi ki 80'lerde çıkmış ve bu görsel efektlerle sunulmuş bizlere. İnternette de çok güzel, farklı bakış açılarıyla yazılmış analizler ve yorumlar var, eğer filmi izlediyseniz bakın derim. Günümüzdeki artırılmış gerçeklik gözlüklerini anımsatan halüsinasyon kaydedici alet fikrine de bayıldım bu arada, mükemmel bir fikir bence. İnşallah bir gün rüya kaydeden versiyonu çıkar.