Erbain, yani 'kırk'. İsmet Özel'in 9 yaşından 40 yaşına kadar yazdığı şiirlerin toplandığı kitap. Ama 'erbain', sadece 'kırk' anlamına gelmiyormuş, öyle manidar, güzel bir isim seçmiş ki İsmet Özel... Kelimenin anlamlarından biri, 22 aralık - 31 ocak arasında yaşanan ve…devamıErbain, yani 'kırk'. İsmet Özel'in 9 yaşından 40 yaşına kadar yazdığı şiirlerin toplandığı kitap. Ama 'erbain', sadece 'kırk' anlamına gelmiyormuş, öyle manidar, güzel bir isim seçmiş ki İsmet Özel... Kelimenin anlamlarından biri, 22 aralık - 31 ocak arasında yaşanan ve 40 gün süren kara kış; diğeri de tarikatlarda dervişlerin nefislerini terbiye etmek için çektikleri 40 günlük çileye verilen isim –"çihl" de Farsça kırk demekmiş bu arada. İsmet Özel'in gençliğinden olgunluğuna kadar yaşadığı fikir çilesinin, değişimin, içinde kopan o kara kışın özeti "Erbain" diyebiliriz, hem kitap hem de kelime olarak yani (İsmet Özel adına konuşmak gibi olmasın ama...). Ayrıca şairin komünist düşüncelerden İslâm'a kayması, yani değişiminin bu yönde olması sebebiyle insanlığın zirvesi, cânımız Peygamberimizin (s.a.v.) 40 yaşında peygamber olmasına da elbet bir gönderme vardır diye düşünüyorum.
Sanırım 2023'te kendime yaptığım en güzel ve en memnun kaldığım yatırımlardan biri, şiir okumaya başlamak oldu. Erbain de hayatım boyunca okuduğum dördüncü şiir kitabıydı ama bilmiyorum, şu an bu şiirleri geçebilecek başka bir kitapla/şiirle karşılaşabilecek miyim acaba? Bundan önce Necip Fazıl'ın 'Çile'sini okuyup çok etkilenmiştim. Hatta bir ara okurken "ulan acaba ben de mi başlasam şiir yazmaya??" düşüncesi bile yoklamıştı. Sonra Erbain'i açtım. İsmet Özel, o muazzam 'Celladıma Gülümserken...' isimli şiiriyle "Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında." diye seslendi bana, devamında "ben bu işi bozarım" dedi sanki, haddimi bildirdi, şiir nedir, anlamama vesile oldu. Birtakım ufak vazgeçişler yaşandı diyebiliriz... Necip Fazıl'ı kötülemek değil bu arada amacım. Zaten ne haddime. Sadece, İsmet Özel, bambaşka şeyler hissettirdi bana.
Açıkçası bu kitaba karşı ön yargılarım vardı çünkü anlaşılması zor, çözemediğim şiirleri okumayı sevmiyorum ve bu kitap da baştan sona öyle şiirlerle dolu ama ilginçtir ki sanki şiirleri anlamama gerek yokmuş gibi bir hissiyat oluştu okurken. Bu yüzden çoğu zaman anlamaya çalışmayı bırakıp sadece oturup hissettim. Zaten okumaya başlar başlamaz çok farklı bir hissiyatla içine çekildim diyebilirim kitabın. Kitabı yavaş yavaş, bulabildiğim şiirlerin tahlillerini ve yorumlarını teker teker okuyarak ve karşıma çıkan 1-2 makaleyle de destekleyerek okudum. Elimde sadece Osmanlı Türkçesi basımı olduğu için bir kenarda Latin harfli versiyonu, bir kenarda şiirlerin seslendirilmiş hâli... Yani anlayacağınız BAYAĞI okudum bu kitabı ben, birçok şey için bu kadar çabalasaydım şu an bambaşka yerlerde olabilirdim... ki ben şiir dinlemeyi de sevmem hiç. Ama bu adam bütün ön yargılarımı al aşağı etti yav. Şiirlerini kendi sesinden dinlemek de ayrı güzeldi (bu yolda bana eşlik eden 'Deus ex Machina' kanalına da selam olsun buradan, cidden muazzam bir iş çıkarmış kanalın sahibi). Buna rağmen hâlâ bi' halt anlamadığım dizeler ve şiirler var ne yazık ki. :' Diyorum ki kendime, evi Nepal'de kalmış Slovakyalı salyangozdan ne anladın da neye üzüldün?? (Bu arada şu an daha anlaşılır gelmesinin ve ilkinde anlayamamın şaşkınlığını ve sevincini yaşıyorum yazarken) Bak, salyangoz Slovakyalı olmasına rağmen iyi kötü Nepal'de evi varmış, senin doğup büyüdüğün Ankara'da bir dikili taşın bile yok, otur da kendi hâline üzül yav, aaaaa. Kitap, ders notları, internet ve sair kaynaklardan faydalanılmaya izin verilen o korkunç sınavlar gibiymişsin sen İsmet Özel...
Anlayarak okuduğum yerler, anlam veremediğim yerlerden daha da çok üzdü beni. Sol kolumu uyuşturan, ağzımın tadını feci kaçıran yüzleşmeler yaşadım. Boğazıma kadar bu dünyaya batmış biri olarak bir kere daha kendini bu çağa ait hissetmeyen insanlara feci hâlde özenerek baktım "gözlerimdeki zındanlarla". Şeyhim, ben bu kainata gereğinden fazla alışmışım, çarptı yüzüme bu soğuk gerçek acımasızca. Bütün alışmışlıklarımı, unutkanlıklarımı, umursamazlıklarımı, vazgeçişlerimi, felç eden umutsuzluklarımı, üzerimde eğreti duran yalnızlıklarımı, fazlasıyla tanıdık yabancılaşmaları, tam olarak hangi noktada beni terk ettiğini anlayamadığım samimiyetlerimi (suçu, beni bıraktığını iddia ederek samimiyetime atayım da sorumluluğu benim üzerime kalmasın aman), hak edilmemiş yorgunluklarımı, New York tünellerindeki maymundan dönme sıçanların ağababalarından çıkıp üstüme başıma bulaşan necis düşünceleri ve bunların sebep olduğu ruhsal bunaltılarımı söküp atmak, bu kanserden kurtulmak istiyorum. Gerçi istekle de alakası yok bu durumun, bir zorunluluk bu. Gargat ağacı gibi dikip, güvenle arkasında oyalandığım bahanelerin arasındaki bana şöyle sesleniyor şair:
"susmak elbet zehirlidir
ve rahatlık getirir yazıklanmak da."
Çoktan neredeyse yarısında olmam gereken yolun, henüz başlangıç çizgisindeyim. Başlangıç çizgisine gelene kadar ruhum başıboş savrulmuş da şimdi yazıklanmayı bırakıp bir kavuşma yaşayacağız gibi. "Kendinin ne olduğunu bilmeyen ama ne için olduğunu bilen bir arayıcı" olarak ifade etmiş -yanlış hatırlamıyorsam- insanı İsmet Özel ve bunun bir gayret gerektirdiğini belirtmiş. Gayretsiz geçen yıllarımın benden bayağı bir alacakları var sanırım. Onlar benden alacağını almadan, uzaklara gitme telaşı düşüyor içime. Sonra dönüp kendime şunu soruyorum:
"Uzak nedir?
Kendinin bile ücrasında yaşayan benim için
gidecek yer ne kadar uzak olabilir?"
Mataramdaki suya tuz eklemeye, azığımdan yüz çevirmeye takatim yok. Uzun yola çıkmaya hüküm giymişim. Ayaklarıma bağ olan alçak cesaretsizliğim ve dizlerimin bağını çözen korkaklığım yüzünden zemheri bir sonsuzluğun kapılarını zorluyorum. Ama artık, kuyuya düşen çocuğun yaşaması için benim ölmem gerektiğini biliyor ve anlıyorum hiç değilse.
Kısacası, şiir hakkında pek bir bilgi birikimim yok ama kendimi zirveyi görmüş gibi hissediyorum. Kitaplığımda ve kalbimde çok özel bir yeri oldu bu kitabın. Farkında olmadan erbain döneminde okumam da ayrı bir hoşuma gitti.