kaç gece uyku öncesi epiktetos'tan enkheiridion'u dinledim bilmiyorum. sanırım seslendiren salih gececi'nin ses tonu da epey etkili bunda, terapi gibi geliyor, huzurlu uyuyabiliyorum. bugün bu felsefi ilkeleri - öğütleri bir kez de elime alıp okudum, cengiz çevik çevirisinden. (bana göre)…devamıkaç gece uyku öncesi epiktetos'tan enkheiridion'u dinledim bilmiyorum. sanırım seslendiren salih gececi'nin ses tonu da epey etkili bunda, terapi gibi geliyor, huzurlu uyuyabiliyorum. bugün bu felsefi ilkeleri - öğütleri bir kez de elime alıp okudum, cengiz çevik çevirisinden. (bana göre) ne diyor epiktetos, ondan söz edeceğim:
öncelikle yaşam içinde karşımıza çıkan ve içinde bulunduğumuz haller birer görünümdür. dil ile yargılamak, fikre dönüştürmek için bize ihtiyaç duyan sadece birer veridirler. değerlendirme yapabilmek içinse öncelikle bir ölçüt gerekir. epiktetos'ta kritik olan tam da bu ölçütü olaylara uygulayabilme becerisi.
görünümler:
1. bize bağlı olanlar
2. bize bağlı olmayanlar
bize bağlı olmayan görünümler
neler bize bağlı değildir? bizim eyleme gücümüzle ortaya çıkmayan şeyler. mesela nerede doğduğumuz, ailemiz, maddi durum, boyumuz, cinsiyetimiz, fiziksel özelliklerimiz, birgün ölecek olmamız, toplum içindeki konumumuz, başkalarının bize karşı davranış tarzı, yaptığı kötülük, şiddet, zarar.. bir kazaya uğramak..birinin nefreti veya aşkı.. kısaca engellemeye muktedir olmadığımız ve arzu etsek bile eylemlerimizin gerçekleştirmeye gücünün yetmeyeceği her şey.
şimdi bize bağlı olmayan şeylerle ilk yargım şu olmalı: öznesi ben değilim bu şeylerin. o halde bana bağlı olmayan hiçbir şey bana ait değildir. onlardan ne sorumluyum ne zarar görürüm ne de kıvanç duyup sahiplenebilirim. çünkü eğer bu dış etkenleri bana aitmiş gibi görürsem kendimi kader kurbanı gibi görmem kaçınılmaz. bahtsız sanırım, başkalarına düşmanlık besler, suçlu arar, keder, kaygı ve telaşa boğulurum. veya sebebi ben olmadığım halde boşu boşuna kendimi kahredip suçlayarak enerjimi ziyan ederim.
o halde bize bağlı olmayan hiçbir şeyin bizi ne yozlaştırmasına ne ahlaki ilkelerimizden ödün vermemize ne de öznesi olmadığımız halde övünmemize müsade etmeliyiz. çünkü bunlar istikrarlı değildir, benden kaynaklanmadığı için benim elimde de değildir. geçicidir.
bize bağlı olan görünümler
evet, bizim eylemlerimiz ile oluşan, gelişen, değişen veya sonlanan edimler haliyle bize bağlıdır. neler mi? fikirlerimiz, yargılarımız, ahlaki duyumumuz, sanılarımız, dürtülerimiz, arzularımız. yani duygu ve düşüncelerimize bağlı yaptığımız seçimler.
her halükarda bedeli ne olursa olsun bir şey bana bağlı ise özgürüm ve hiçbir şey beni seçimimden alıkoyamaz. işte özgür olmak isteyen de tam olarak yalnızca kendisine bağlı olan şeyler üzerinde iktidarını kurar ve yalnızca kendisine karşı kendisiyle iş birliği yapar. kendi gölgesiyle mücadele eder.
şimdi bize bağlı olan şeyleri ayırt edebildik diyelim. burada bir ayırma işlemi daha yapmamız gerekiyor:
a. bize ait olan fakat doğal olmayan şeyler
b. bize ait ve doğal olan şeyler
bu ikisinden de bana ait ve doğal olan şeyleri seçmem gerekir.
bize ait ve doğal olan görünümler
doğal olan derken doğanın kendisini ve ölümlü bedenimizin ihtiyaçlarını referans almamız gerektiğini öğütlüyor. yani içinde bulunduğumuz yaşam biçiminin tam tersini. özel mülkiyeti ve sahiplik biçimlerini tamamen sorunsallaştırıyor böyle yaparak. insan kardeşine çocuklarına bile sahiplik ilişkisi kurmamalıdır. hatta gerekirse kendi bedenine bile. zaten epiktetos'un insan tanımı salt ahlaki duyuş olabilme becerisidir. bedenselden duygudan ziyade seçimleri ile kendi edimlerini yaşama sanatını işleyen bir zihindir. doğaya uygunluk aşırıya gösterişe şatafata yani kapitalizmin arzu uyandırdığı her şeye karşıt bir tutum demektir. minimalist bir yaşamdır bir anlamıyla.
evet, özgürlüğün tüm koşulları böylelikle oluşturulmuş oldu. o bende içkin ve onu yalnızca ben var kılıp yok edebilirim.
biraz somut düşünmeyi deneyelim
benim aklıma en yakın örnek frankl'ın toplama kampı deneyimlerini anlattığı insanın anlam arayışı metni geliyor. bunu düşünmek istiyorum çünkü en uç durumlarda stoacı felsefe neler vaad ediyor görelim: frankl insanın neden yaşadığına dair güçlü bir anlamı amacı varsa onun içsel özgürlüğünü elinden kimse alamaz, diyordu. toplama kampında bile kişi kendine saygısını koruyabilir. ki kendi hayatı bunun somut örneği. stoacılığın ilkeli yaşam ahlaki duyuş dediği şey frankl'da anlamlı hayata tekabül ediyor. kampta ağır şartlarda çalıştılar, hasta oldular, makam mevki ün eş çocuklar para hatta adlarını bile geride bırakmak zorunda kaldılar. bu durumda intihar edenler yozlaşanlar kötü birine dönüşenler vs. yerine hala kişi kendisi olmak istiyorsa dışsal olanla kendine ait olanın anlamını iyi ayırt etmek zorundadır. çekeceği acıya katlanma eşiği düzeyi tam da onu değerlendirme biçimi belirleyecektir. bu durumda kişi şunu çok rahat söyleyebilir:
başkaları beni öldürebilir ama yaralayamaz. yaralanmak çünkü ruhsal bir şeydir. ruhum ise bana ait yalnızca ben dokunabilirim.
başka bir örnek de yunan mitolojisinden verelim. mesela elektra olsun veya antigone.. stoacılık apolitik midir? çevremizde olan biten hiçbir şeyi umursamamak mıdır sadece kendiyle mi ilgilenmek demektir? diye kafamı kurcalayan yanları iyice düşünebilmek için bu metinleri seçtim. şimdi elektra babasını öldüren adamdan intikam almayı seçti. antigone de kardeşinin ölüsünü kurda kuşa yem etmek isteyen krala karşı çıkıp ölümü pahasına törenle gömdü ağabeyini. yanlış mı yaptılar? çünkü ikisinin de ne ediminden kaynaklı başlarına gelen ne de herhangi bir suçları var. stoacı olsalardı başlarına gelen bu trajik olayları kardeşleri gibi kabullenip ne yapalım iktidar ile boy ölçüşemeyiz kadın başımızla biz kimiz ki mi demelerini bekleriz?
en dikkat edilmesi gereken noktası bence burası. çok hassas bir denge bu. çünkü epiktetos özgürlük için mal mülk şan şöhret beden arzu dürtü her şeyden insanı azade kılarken ona aslında edimlerinde özgürce davranabileceği bir alan da açıyor. her şeyin uyması gereken temel ilkeyi hiçbir zaman gözardı etmemeliyiz. kendimize ihanet etmemeliyiz yani:
antigone yerine ismene olsaydık itaat etseydik epiktetos ne düşünürdü? muhtemelen şunu: sen sana haksızlık yapana itaat ederek kendini yozlaştırıyorsun. halbuki o senden güçlü bile olsa seni tehdit edeceği hiçbir şeyi yok. niçin köle gibi ona uyuyorsun? neyden korkuyorsun? zengin hayatını kaybetmekten mi? seni öldürmelerinden mi? oysa hem fanisin istemesen de öleceksin hem de mal mülk para için özgürlüğünü satmaya ve mutsuz olmaya değer mi? neyi neyle takas ettiğine dikkat et, diyecektir.
haliyle ben hem antigone'nin hem de elekra'nın üstlerine karşı gelirken mutlak biçimde özgür cesaretli ve ilkelerinden asla ödün vermeyen onurlu ölen kişiler görüyorum. ve saygı duyuyorum onlara. bu durumda stoacılığın apolitik olduğunu iddia etmek de anlamsızlaşıyor.
her şey yalnızca bir denge meselesi.