Ana karakteri bir devlet okulunda edebiyat öğretmeni olan 50’li yaşlarındaki Elias Rukla’nın hayatını, ilişkilerini ve bunları sorgulayışını okuyoruz diyebilirim kısaca konusu için. Bu kitabı okumadan önce Ibsen’in Yaban Ördeği isimli oyununu okumanızı öneririm çünkü romanın açılış kısmında (yaklaşık 30-35 sayfa)…devamıAna karakteri bir devlet okulunda edebiyat öğretmeni olan 50’li yaşlarındaki Elias Rukla’nın hayatını, ilişkilerini ve bunları sorgulayışını okuyoruz diyebilirim kısaca konusu için.
Bu kitabı okumadan önce Ibsen’in Yaban Ördeği isimli oyununu okumanızı öneririm çünkü romanın açılış kısmında (yaklaşık 30-35 sayfa) ana karakterimizin derslerinde bu oyunu işleyişini okuyoruz.
Romanı kafamda 3’e böldüm:
İlk kısımda 20-25 yıllık yaptığı öğretmenlik hayatında olduğu gibi o gün de Ibsen’in Yaban Ördeği’ni bir grup isteksiz lise öğrencisine anlatmaya çalıştıktan sonra Elias’ın başına gelen küçük bir olay sonucu kontrolünü kaybetmesi ve kendini yollara atması.
İkinci kısımda yolun sonunda vardığı döner kavşakta üniversite yıllarına geri dönmesi, en yakın arkadaşıyla olan anılarını hatırlaması ve eşiyle tanışması.
Üçüncü kısımda ise yine aynı döner kavşakta bu sefer içinde yaşadığı anı ve durumu, evliliğini, işini, arkadaşlık ilişkilerini, toplumu ve eğitim sistemini sorgulayışını da okuyoruz (ayriyeten bu sorgulamalar roman boyunca da yedirilmiş).
Devlet liselerinde uzun yıllar çalışan öğretmenlerin yaşadıkları mesleki deformasyon, öğrenci profilleri ve tiplemeleri ve bunun değişmesi, aradaki kuşak farkı çok güzel anlatılmış.
Romanda Elias’ın tartışmaya içten içe duyduğu derin tutkuyu yazarın bize bu denli geçirebilmiş olması şu an bunları yazarken şaşırtıcı geldi bana çünkü kitapta tek bir tartışma diyaloğuna bile şahit olmuyoruz. Sadece iki arkadaşın derin tartışmaların eşlik ettiği konuşmalar yaptığını söylüyor yazar bize. Bununla birlikte Elias’ın eşiyle ve arkadaşıyla olan ilişkilerine sadece Elias’ın gözüyle tanıklık ediyoruz. Onların gerçek düşüncelerine ya da duygularına hiçbir zaman şahit olmuyoruz ama sanki onları en yakınımızı tanıyor gibi hissediyoruz çünkü yazarın buradaki başarısı inanılmaz büyük. Ben kitabın son sayfasını çevirene ve kapağını kapatana kadar bunun farkına varmamıştım bile. Sonrasında şöyle düşündüm: Eva’nın ve Johan’ın da gerçekten ne düşündüğünü ve hissettiğini bilseydik güzel olurdu. Ama bir yandan da işin büyüsü burda sanki. Yazarın anlatımını daha fazla nasıl anlatabilirim bilemediğim için şu iki ifadeyi bırakayım buraya:
“Bütünüyle hipnotize edici, bütünüyle insancıl bir yazar.” -James Wood
“Solstad’ın dili, eski görünen yeni bir zarafetle parıldar ve taklit edilemeyen, enerji dolu, kendine özgü bir ışıltı yayar.” -Karl Ove Knausgaard
Son olarak birkaç alıntı:
“İşte burada, diyordu öğretmen, Relling acı kaderi içinde dondurulmuş. Onun için acı, bizim içinse -Relling’in kendi iğneleyici sözleriyle ifade edecek olursak- saçmalığın sınırında.”
“belki de kalabalıkta kaybederim kendimi diye belirsiz bir duygu geçti içinden.”
“Her şey burada sınırına erişir. Zaman. Mekan.”
Ben aşırı sürüklenerek okudum, size de tavsiye ederim. İyi bir edebiyat örneği okuduğunuzu hissedeceksiniz kesinlikle.