Van Gogh'u tanımayan yoktur. Meşhur "Yıldızlı Gece" tablosunu çizen ressam, kulağını kesen ressam, akıl hastanesine yatan ressam... Peki ya bu ressam kimdir? Lisede resim hocamız, hepimize bir ressamın hayatını araştırma ödevi vermişti. Açıkçası kimi anlattığımı hatırlamıyorum ama aklımın bir köşesinde…devamıVan Gogh'u tanımayan yoktur. Meşhur "Yıldızlı Gece" tablosunu çizen ressam, kulağını kesen ressam, akıl hastanesine yatan ressam...
Peki ya bu ressam kimdir?
Lisede resim hocamız, hepimize bir ressamın hayatını araştırma ödevi vermişti. Açıkçası kimi anlattığımı hatırlamıyorum ama aklımın bir köşesinde Van Gogh'un ismini ölen abisinden aldığı kalmış.
Bu yüzden daha doğmadan sorumluluk almış ve asıl sevilen kişinin kendisi değil de ölen abisi olduğunu düşünmüştü. Sadece düşünmekle de değil ağır bir şekilde hissetmişti.
Normalde olsa olabilir derdim çünkü benim abim de ismini ölen abimden almıştı. Annem oğlunu çok sevdiği için ismini yaşatmak istemişti diye düşünmüştüm ama bunun insan üzerindeki etkisinin bu kadar acımasızca olduğunu düşünememiştim.
Van Gogh da bunun ağırlığı altında fazlasıyla ezilmişti.
Vincent Van Gogh; hayatta bir amacı olmayan, çeşitli işler yapmış ama hiçbirinde başarılı olamamış bir adamdı. Ben onu daha küçük yaşlarda ressam olmayı kafasına koymuş biri zannediyordum ama düşündüğümün tam tersine fırçayı ilk defa 28 yaşında eline almış. Bu 8 yıllık süreçte de çok iyi bir ressam olmuş ama ne yazık ki her sanatçıda olduğu gibi bu sanatçımızın da değeri yaşarken değil, öldükten sonra bilinmiş.
Aslında kardeşi Theo ile mektuplaşmaları ve Theo'nun eşi Jo olmasaydı Van Gogh'u tanır mıydık ya da "Modern sanatın babası" unvanını alır mıydı bilemiyorum. Gerçi yaşarken görmediği değeri öldükten sonra görmesi ne kadar gerekli onu da bilmiyorum ama iyi ki tanıdık seni be Van Gogh.
Film çok etkileyiciydi ve sahnelerin de yüzden fazla sanatçının çizimi olması farklı bir hava katıyordu. İzlerken bir tablonun içine girmiş gibi hissettim. İlk başlarda evet, biraz karışık geldi ama bir süre sonra adapte olabildim.
Vincent'in ölümü bir intihardı ya da intihar süsü verilmiş bir cinayet. Çok sonradan bile çeşitli tartışmalara sebep olan bu ikilemi filmde de görüyoruz. Ressamın arkadaşının oğlu olan Armand, Vincent'in kardeşine yazdığı mektubu ona iletmek için bir yola çıkar fakat bu yolculukta aklını karıştıran bir şey vardır. Vincent gerçekten intihar mı etmişti?
Armand, Van Gogh'un Auvers'te yaşarken muhattap olduğu herkesle teker teker konuştu. Çoğu kişi onun mutlu olduğunu söylüyordu. Mutlu insan intihar eder miydi? Herkeste farklı bir izlenim bırakmıştı ama tek bir noktada birleşiyorlardı: Yalnız bir adamdı.
Zaten kulağını kesmesinin sebebi de yalnızlıktı. Yalnızlık korkusunun getirmiş olduğu öfke...
Fiziksel hastalığı olan bir insana yardımcı oluruz ama aynı şeyi psikolojik sorunu olan bir insana neden yapamıyoruz? Onu dışlıyor, kafasındaki sesle baş başa bırakıyoruz?
Vincent'in durumu tam olarak böyleydi. Kimse ona yardımcı olmak istememiş, herkes ezdikçe ezmişti. Kasabadakiler, çocuklar, arkadaşları...
Velhasıl çok acı çekmiş bir ressamdı.
Normalde bir film izlediğimde kurgu olduğunu ve gerçekten böyle bir şey yaşanmadığını bildiğim için çok etkilenmiyorum ama biyografi filmlerini izleyince durum değişiyor. Bu acıları yaşayan biri vardı, bu dünyadan geçti diyorum.
Bazen kendimi kötü hissettiğimde o anki duygularımı anlattığım bir yazı yazarım ve o yazıyla tesadüfen yüzleşince "Vay be Beyza o zamanlar böyle hissediyordun şimdi geçti." diyorum ama sanki o duygular o kağıda hapsolmuş ve ne yaparsam yapayım oradan çıkmayacak...
Van Gogh'un eserleri de nedense bana böyle bir his uyandırdı. Acaba bunu çizerken nasıl hissediyordu ve bu tabloya hangi duyguları hapsetti diye soruyorum. Cevabını alamayacağımı biliyorum ama hepsinde bir parça hüzün olduğu aşikar.