Keşke kitap okurken ruh halimiz sabit kalsa da okuduklarımızı kötü yönden etkilemese. Yani keyifliyken okuyunca o kitabı daha çok seviyorum ama durum tam tersi olunca nefret bile edebiliyorum. Off çok saçma çokk. Aslında kitap çok güzeldi yani çocuklar vardı, arkadaşlık…devamıKeşke kitap okurken ruh halimiz sabit kalsa da okuduklarımızı kötü yönden etkilemese. Yani keyifliyken okuyunca o kitabı daha çok seviyorum ama durum tam tersi olunca nefret bile edebiliyorum.
Off çok saçma çokk.
Aslında kitap çok güzeldi yani çocuklar vardı, arkadaşlık vardı, umut vardı... Daha ne olsun. Ama nedense kitabı okurken daraldım da daraldım. Bazen devam edecek enerjim kalmadı, saçma sapan düşüncelere daldım falan filan derken pek keyifli geçen bir okuma süreci olduğunu düşünmüyorum.
Konusuna gelirsek de şımarık diye tabir ettiğimiz bir kız çocuğunun eniştesinin yanında yaşamaya başlayınca karakterinin iyi yönde değişmesi ve kendi gibi bir çocukla karşılaşınca da aslında insanlara kötü davranmanın pek de iyi bir şey olmadığını fark etmesiydi.
Kitapta üç farklı çocuk tiplemesi vardı. Doğayı seven, hayvanlarla konuşan, iyimser Dickon, annesinden sevgi görmemiş -genel olarak sevgi görmemiş- bu yüzden de herkese emrivaki bir tavırla yaklaşan Mary Lennox ve son olarak; hasta olduğuna inandırılan, sırtında kambur oluşmasın diye yatağına mahkûm edilen, babasını bile doğru düzgün görmeyen Colin.
Bu kitap çocuk kitabı olarak nitelendiriliyor ama ebeveynlerin özellikle okuması gerektiğini düşünüyorum çünkü çocukların belli bir yaşa kadar gördüğü kişiler ebeveynleri oluyor hâliyle onların sevgisiyle, ilgisiyle varlıklarını kabul ediyorlar. Eğer o da olmazsa hayatları daha küçük yaştan kararıyor, yanlış kararlar alabiliyorlar, içlerindeki o boşluğu doldurabilmek için de onları sevdiğini söyleyen ilk kişiye gidiyorlar.
Ebeveynden sonra da tabii ki devreye arkadaşlar giriyor. Hikayede en çok üzüldüğüm kişi Colin'di. Odada bir başına bırakılmış, öleceğine inandırılmış bu yüzden de hayatı sevecek bir sebep bulamamıştı.
Arkadaşı yoktu, babası yoktu, annesi olsaydı belki mutlu bir aile tablosu oluşturulurdu ama annesinin ölmesini de elbette istemezdi. Neden tüm yük doğum sırasında annesini kaybetmiş bir çocuğa veriliyordu ki?
Ahh ahh...
Mary, Misselthweite Malikanesinde geçirdiği süre boyunca bazı gizemleri çözmeye çalışır ve bunlardan biri de terk edilmiş bir bahçenin varlığıdır. O bahçeyi bulmaya çalışırken aynı zamanda çok güzel arkadaşlıklar edinir.
Kitapta beni en çok etkileyen ve gerçekten öğrendiğim bir şey varsa o da sihir metaforuydu.
"Güneş parlıyor... İşte Sihir bu. Çiçekler büyüyor, kökler kıpırdanıyor. İşte Sihir bu. Hayatta olmak Sihirdir, güçlü olmak sihirdir. Sihir benim içimde. O hepimizin içinde."
Cidden sihir hepimizin içindeydi ve eğer bir şeyin olacağına gerçekten inanırsak o sihir gerçekleşirdi. Yani kitapta öyle anlatılıyor, gerçek hayatta bu sihir gerçekleşir mi bilmiyorum. Umarım gerçekleşir çünkü buna sığınarak bir yola çıktım ortada kalırsam çok üzülürüm :(
Neysee gayet güzel bir kitaptı tavsiye ederim.