Heiran Hayal et, dünyaya daha dün geldin, küçücük bir bebeksin. Kırmızı yanakların var, ellerini sıkıyorsun ve kundağının içinde ağlıyorsun. Annenin sıcaklığını arıyorsun ve aç olduğun için ağzını büküp duruyorsun. Çok miniksin ve bütün savaşlardan, kötülüklerden habersizsin. Ama sana çok üzücü…devamıHeiran
Hayal et, dünyaya daha dün geldin, küçücük bir bebeksin. Kırmızı yanakların var, ellerini sıkıyorsun ve kundağının içinde ağlıyorsun. Annenin sıcaklığını arıyorsun ve aç olduğun için ağzını büküp duruyorsun. Çok miniksin ve bütün savaşlardan, kötülüklerden habersizsin. Ama sana çok üzücü bir haberim var güzel bebek. Sen bir Afgan olarak dünyaya geldin. Savaşın soluklarıyla sefalet içinde yaşayan Afgan bir aileye doğdun. Korkma, canın acımayacak. Sadece daha büyümeden mesela beş yaşındayken annenin gözlerinin önünde kafasının koptuğunu göreceksin. Ya da arkadaşlarınla oynarken birden arkadaşlarından biri az önce yaşıyorken şimdi ölmüş olacak. Korkma, canın acımayacak. İleride mülteci kamplarına götürecekler seni, daha savaşın s sini bile öğrenmeden kamplarda binlerce insanla birlikte kümes gibi yerlere sıkıştırılacaksın. İnsan gibi davranmayacaklar sana güzel bebeğim. Çünkü sen bir Afgan olarak dünyaya geldin. Savaştan ve ölümden kendini kurtarmak için başka ülkelere gitmek isteyeceksin ama seni denizlerde öldürecekler güzel bebeğim. Korkma, canın acımayacak. Gittiğin ülkeye varsan bile başka mültecilerin çokluğu yüzünden o ülkede aşağılanacaksın. İsminle, renginle, dilinle, kıyafetinle dalga geçecekler. Bir kızı seveceksin, çok içten seveceksin belki de çünkü sende herkes gibi sevmek istiyorsun ama Afgan olduğun için senin yüzüne bile bakmayacaklar. Çünkü sen Afgan olarak dünyaya geldin bebeğim. Annenin ölümünü gördün, ağır yaralandın, evinin yıkıldığını gördün, aşağılanmalara maruz kaldın, kaçtın.. Ama kimse seni hayat hakkında bu kadar mücadeleci ve direniş dolu olduğun için tebrik etmiyor. Senin tek derdin yaşamaktı. Kimse senin acılarını fark etmiyor güzel bebeğim. Çünkü sen dünyaya Afgan olarak geldin. Senin tek suçun bu. Savaşı sen başlatmadın, yoksulluğu sen çıkarmadın ama sen Afgan bir aileye doğdun. Korkma, canın acımayacak, çünkü seni defalarca öldürdüler.
Film, İran'daki bir ailenin güzel ve okuyan kızı ile Afgan bir adam arasındaki sevgiyi konu alıyor. Film boyunca adamın Afgan olduğunu o kadar net hissettim ki, çaresizliği boğazımda hissedebiliyordum. Tıpkı ülkemizdeki Suriyeliler gibi, şuan katledilen filistinliler gibi. Senin suçun ortadoğu da doğmaktı.
Aslında filmi bu başrol ikilinin aşkı açısından ele alırsak, farklı noktalara değinmeliyim. Çünkü mahi denilen başrol iranlı kızımız, bence sağlıklı bir sevgiye sahip değildi. Yani o kadar zorluğa rağmen yine de adamı hep seçti. Ve dedim ki, gerçekten aşk böyle bir şey mi? Gözün kapalı onun arkasından gitmek mi? Ya da kız, saplantılı mı? Çünkü son sahnelerde çocuğunu bile tam düşünmeden adamı aramak için yollara düştü. Veya eleştirel düşünme hocamızın dediği gibi, kavramlarımız değişti.
Eskiden aşk demek, gözü kapalı sevdiğinin arkasından gitmek ve kendini ona bırakmaktı. Bu aşk da, ben yokum sen de yoksun. Sadece biz varız. Ve bu aslında ölümüne bir aşk. Ama şuanki aşk tanımımıza bakarsak, karşılıklı saygı sevgi ve ikimizin de ayrı ayrı bireyler olarak bir ilişki kurduğu olgu. Yani şuanki aşk kavramımız, daha çok benmerkezcilikten yola çıkıp birlikteliğe ulaşıyor. Ama filmdeki ve genellikle eskilerin anlayışı biz olmaktır. Sonradan biz büyür büyür ve ikimizi de içine alır. Bu biraz daimonik taraflarımızla ilişkili. Çok dürtüsel ve sınırsız bağlanma. Hepinize sorsam çoğunuz "sağlıksız, tavsiye edilmez" diyecek. Çünkü öyle zaten. Ama bizler de daimoniğimizin peşinden gitmeyi kaybediyoruz bireyselliğe vurgu yaparken. Daimonik içinde çok uluslu bir arzu barındırıyor çünkü. Ve biz arzumuzu gün geçtikçe köreltip bunu daha insani ilişkilere koymaya çalışıyoruz.
Yani tartışılır bu muhabbet daha da, toparlamak gerekirse iki farklı kültürden gelen ve birleşmelerinin zorlu olduğu iki insanın ilişkisini ; toplumun ve ailelerin bu ilişkiye bakışını, ilişkinin kişileri nasıl daimonikleri doğrultusunda değiştirdiğini anlatıyor.
Düşük kalitede izlediğim için gözlerim izlerken biraz kör olmuş olabilir ama sevdim. Kıza bazen çok gıcık oldum, bazen de onu gerçekten anlamaya çalıştım. Farklı bir hikaye. Çok abartmadan izleyin.
Ayrıca bu aralar malum kanayan yaram Filistin olduğu için şuraya bir şiir bırakıyorum, vakit varsa okuyabilirsiniz, yorum yapabilirsiniz. Sağlıcakla.
Bardağımdaki Kan
Serin yalnızlık uğuldayacak kalabalıkta
Benim kalabalığım yetişecekti oysa
Ama kıydılar devrim şarkılarıma
Üzgün kaldı coşkumun baharı
Yarına selamımı söyle
Bugünü kaybetsem de o benim olacak
Hiç acımam yok bakışlara
Üstüne basa basa çıkacağım bayrağımla
Çift kubbe ufuklarda sarıya çalınca
Ölümün zerafeti ile karşılayacağım seni
Hiçbir şey bu kadar keskin ve güzel değil
Bardağıma yaşımı doldurdum
On bir yaşımdan taştı sular
Kan rengini alıyor su taştıkça
Ben filistin de öldüm çünkü
Gazanın sokaklarındaydım güzelliğimi saçarken
Umursanmadı haksız yere ölümüm
Ölümümün sebebini soranların bardağı kırıldı
On bir yaşında daha hayatın sabahındayken
Adice bedenim parçalandığı için
Mavi yasaklanmalı dünyaya
Göğü görmeye herkesin hakkı olmamalı
Yaşım bardaktan dökülüp yerine kan koyduklarında
Gördüğünden içtiğine kadar ahım var
Gördüğün her mavi de yangınım var
Diri diri yakıldım
Eteklerime cesetler bulaştı
Ekim kasımla oynaşırken tepelerde
Kurşun sesiyle zamanı delip geçtim
Saatler benimle yaralandı
Açık bir pencere bıraktım zamanın koynunda
Yakılmama karşı çıkan şu üç beş kişi
Tarihi yarıp kavuşabilir bana
Bütün güzelliğimle ölüyüm
Ama gelip cansız bedenime dokunabilirsin
Bardağımdaki kanı dünyanın üzerine dökebilirsin
Gel ve mavileri boya kanımla
Elif TURCAN