“Öldürmek neye yarar? Hapishaneden kaçılabileceğini söyleyerek itiraz edeceksiniz, öyle değil mi? Nöbetçileriniz görevlerini iyi yapsınlar. Demir parmaklıkların sağlamlığına güvenmiyorsanız, hayvanat bahçelerini açmaya nasıl cesaret ediyorsunuz? “ Bir insanı işlediği suçtan ötürü, o demir parmaklıkların ardına hapsederek ruhen öldürmek bizlere yetmiyor…devamı“Öldürmek neye yarar? Hapishaneden kaçılabileceğini söyleyerek itiraz edeceksiniz, öyle değil mi? Nöbetçileriniz görevlerini iyi yapsınlar. Demir parmaklıkların sağlamlığına güvenmiyorsanız, hayvanat bahçelerini açmaya nasıl cesaret ediyorsunuz? “
Bir insanı işlediği suçtan ötürü, o demir parmaklıkların ardına hapsederek ruhen öldürmek bizlere yetmiyor mu da bir de fiziken öldürme gücünü kendimizde buluyoruz?
Sahi, demir parmaklıkları aşacağımızı düşünüyorsanız neden hayvanat bahçeleri açık? Nasıl yüzlerce insan elini kolunu sallaya sallaya keyifle gezebiliyor oralarda?
Demek ki her şeyden üstün olan insan ırkı yeri geliyor, bazen hayvanlardan bile aciz bir duruma düşürülerek, yaşama hakkı elinden alınabiliyor.
Bir meydan düşünün. Öylesine acımasız bir meydan ki sizi belli belirsiz işlediğiniz veyahut hayat şartlarının sizi sürüklediği ve zoraki soktuğu o durumdan ötürü yaptığınız bir yanlışla, “giyotin” denilen insanlık dışı bir aletle sizi hayattan koparmaya yetiyor.
Evet, bahsettiğim meydanın adı Greve. Paris’te bulunuyor. Eskilerde genellikle işsizlerin iş bulmak amacıyla grev yaptıkları meydanın bir diğer özelliği de giyotinle idam işlemini gerçekleştirmek idi.
Aynen bu kitapta okuduğumuz o idam mahkumunun, Greve Meydan’ında öldürülmeden önce bizelere açıkça beyan ettiği gibi.
Bir insanı idam etmek düşüncesi kafamda nüfuz ederken bile beni korkutmaya yetmiştir her zaman. Fakat bugünkü Türkiye sınırlarını içersinde işlenen suçların önüne geçilebilmesinin tek yolu idamın tekrardan yasalaştırlmasıyla mümkündür fikrimce.
(Örn: Tecavüzcülerin, cinsel istismarcıların vs vs…)
Neyse burayı geçelim..
Ama işte bazen insanlık her şeyin aşırısına kaçtığı gibi bununda aşırısına kaçabiliyor. En büyük korkum da bu zaten. Ve korkum okuduğum bu kitapla daha da pekişti diyebilirim.
İşlediği cinayet suçundan ötürü dar ağacına mahkum edilmiş bir adamın hayatını, pişmanlıklarını en önemlisi de bir kere suç işleyen bir insanın o yanlış yoldan dönerek nasıl daha da büyük pişmanlıklarının olacağını okuyunca tüylerim ürperdi adeta.
Kitabın ön sözünden tutun (ki en beğendiğim kısımlar oralardı) hakimlerin birbirleriyle olan diyalogları ve o idama mahkum edilmiş adamın aklından geçen son düşünceleri insanın derinliklerine tesir ediyordu.
Ara sıra bu tür iç karartıcı ama oldukça realist olan kitaplar okumak beni kendime getiriyor. Seviyorum ve okurken oldukça keyif alıyorum.
🍃“Zindancının yeterli olduğu yerde cellada gerek yoktur. Ama devam ediliyor. Toplumun intikamını alması, cezalandırması gerekiyor. Ne biri ne diğeri. İntikam almak bireyseldir, cezalandırmak Tanrı’nın işidir. “
🍃“ O zaman bu bahtsız öküzü hangi hakla öldürüyorsunuz? Onu tutunacak bir dalı, bir hamisi olmadadan sokaklarda süründüğü çocukluğundan dolayı öldürüyorsunuz! Ona kendi dayattığınız dışlanmışlığın suçunu yüklüyorsunuz! Bahtsızlığın suç işlemesine neden olmasını sağlıyorsunuz! “
🍃“Ulu Tanrım! Size bütün bu adamların yaşamasının bize ne zararının dokunacağını soruyorum. Fransa’da herkesin solumasına yetecek kadar hava yok mu? “
🍃“- Beyfendi, dedi, bağışlayın. Canınızı mı yaktım?
Bu cellatlar çok iyi insanlar. “
🍃“ - Peki o halde, dedi bana, ne düşünüyorsunuz?
- Bu akşam artık hiçbir şey düşünemeyeceğimi. “
Kitaba puanım 9/10🌪