Spoiler içeriyor
Toplumsal gerçekleri bu kadar etkileyici ve halktan bir üslupla anlatan çok yazara denk gelemedim. Kitap 13 kısa öyküden oluşuyor fakat etkisi uzun sürüyor. Toplumsal mesajları çarpıcı bir şekilde hikâyelere sindirmeyi yine başarmış ve hikâyeleri akıllardan kolay kolay çıkmayacak etkileyici finallerle…devamıToplumsal gerçekleri bu kadar etkileyici ve halktan bir üslupla anlatan çok yazara denk gelemedim. Kitap 13 kısa öyküden oluşuyor fakat etkisi uzun sürüyor. Toplumsal mesajları çarpıcı bir şekilde hikâyelere sindirmeyi yine başarmış ve hikâyeleri akıllardan kolay kolay çıkmayacak etkileyici finallerle sonlandırmış. Köy ve kasaba insanının çektiği sefalet ile yalnızlaştırılmaya bırakılmış dramatik yüzünü tüm çıplaklığıyla önümüze sermiş. Diğer hikâye kitaplarıyla kıyasladığımda tek eleştirebileceğim yönü betimlemelere çok fazla yer vermesiydi.
Kalemine hasta olduğum büyük üstadımın son hikâye kitabını da bitirmenin üzüntüsüyle hikâyelerin kısa özetlerinden oluşan incelememe başlıyorum.
- ASFALT YOL
Köye öğretmen olarak atanan bir idealistin, öğrencilerin geçiş güzergâhındaki bozuk bir yolu düzelttirme mücadelesi anlatılıyor. Elinden gelen her şeyi yapmasına rağmen sürekli herkesten tepki gören öğretmenimiz tam yılacakken yolun durumunu görüp tekrar hedefine odaklanıyor. Bir gün köye önemli bir zat teşrif ediyor ve Vali bu önemli zatın tekrar geleceği sözüne karşılık yolu asfalt döşetme emrini veriyor. Bu yolun tekerlekten aşındığını gören Vali, geçişi yasaklıyor ve halk eskisinden de daha kötü bir yoldan daha dolambaçlı şekilde gidecekleri yere varmaya başlıyor. Olan yine bizim öğretmene oluyor. Bu yol işini başımıza sen açtın diyen köylülerin şiddet dolu hareketleri öğretmenin köyü geldiği gibi terk etmesine sebep oluyor.
- HANENDE MELEK
Eski bir avukat olan Hüseyin Avni’nin kendini nasıl sefil duruma getirdiğinin dramatik öyküsünü okuyoruz. Yaş ve güzellik fark etmeksizin kokusunu aldığı her kadına sarkıntılık yapan eski avukatımız kahve ocağında assolistlik yapan Hanende Melek’e kafayı takmıştır. Eşinin ve çocuklarının rızkını bu kadına yedirmeye çalışan fakat karşılığını bulamayan kahramanımız, fazla içmekten yürüyemez bir hâlde Melek tarafından eve bırakılır. Ev ahalisini gören Melek duruma üzülerek kendisine hibe edilmiş altınları avukatın karısına iade eder ve babasının acıklı durumuna ağlayan çocuğunu bağrına basar. Hikâyemiz burada sonlanır.
- ÇAYDANLIK
Hastane hapishanesinde geçen öykümüzde baş karakterimiz huysuz bir ihtiyar üzerinden mahpus psikolojisi ele alınıyor. Her şeyi bildiğini düşünen ve hiçbir şeyden memnun olmayan karakterimiz çay ile her türlü hastalığın iyileşeceğini düşünüyor ve sağlığına hiç dikkat etmiyor. Herkese mapushaneyi dar ettikten sonra gözlerini yumuyor. Basit ve fazla mesaj içermeyen bir kısa öykü.
- AYRAN
Sefaletin iliklerimize kadar işlediği bu öykümüzde beş ve sekiz yaşındaki kardeşlerine ekmek götürebilmek için kar kışta kilometrelerce yol gidip istasyonda güğümle ayran satmaya çalışan Hasan’ın çaresiz mücadelesine tanık oluyoruz. Annesi de aynı şekilde köyden uzakta hizmetçilik yapmaktadır. Yazları yolunda giden ayran satma işinden kışın hiç verim alamaz. Bir gece yine satış yapamadan sisli ve soğuk bir kış gecesinde evin yolunu tutarken vahşi hayvan sesleri arasında yere yığılarak karlara gömülür. Oysaki köye 100 metreden az kalmıştır. Yerde ana ana diye haykırırken öykümüz son bulur.
- ISITMAK İÇİN
Dramın zirve noktaya taşındığı yürek parçalayan bu öykümüzde çamaşırcı bir kadının çocuğunu soğuktan korumak için verdiği ve karşılığını bulamadığı amansız bir mücadele anlatılıyor. Hayata ve insanlara karşı ilgisini kaybetmiş bir adamın olaya ilgisiz kalamaması ve ruhundaki değişimlere de üzülerek tanık oluyoruz. Öykü, çarpıcı şekilde son buluyor.
- UYKU
Kitabın en durağan ve mesaj amacı taşımayan hikâyesi olarak adlandırabileceğim öyküde, 3 gündür uykusuzluk çeken bir kamyon şoförünün Sivas’a giden iki arkadaşı aracına almasıyla birlikte yol boyunca uykuya karşı direnişi anlatılıyor. Muavin Rahmi de bu yolculukta diğer yolcularla birlikte sürekli sohbet açarak şoförü ayakta tutmaya çalışıyor.
- SELAM
Uzaktan etkilendiği göl manzarası uğruna yolundan kısa süreli feragat eden 30 yaşlarında bir adamın yaklaştıkça manzaradan alamadığı hazzı fakat bir berber dükkânında dinlediği gönül hikâyesinin ruhunda oluşturduğu tesir anlatılır. Bu hikâyede şehirlerine kumpanyaya gelen ekipten genç bir kıza gönlünü kaptırıp eşini ve üç çocuğunu geride bırakıp berber dükkânına kepenk vurup kızın peşinden giden bir sevdalıdan bahseder.
- BİR MESLEĞİN BAŞLANGICI
İhtiyar bir kabadayının hikâyedeki tabirle ‘en dize gelmez avratları’ bile yola getirip arkadaşlarıyla eğlencelerine meze ettiği varlıklı zamanlarından, beş kuruşu kalmadığı ve kabadayılığı geride bıraktığı dönemlerde eskiden saldığı nam ve uyandırdığı saygıyla çevresindekiler tarafından kadın bulunması koşuluyla tüm ihtiyaçlarının karşılanmasına kadar geçen süreç işlenir. Bu, onun artık mesleği yani geçim kaynağı olmuştur.
- BİR KONFERANS
Fıkra tadında bu kısa öykümüzde, bir iktisatçının, yatılı okul açılışına gelen köylülere üretim ve tüketim adına verdiği konferans anlatılır. Köylülerin hiçbiri iktisatçı kendini tekrar anlatmak zorunda hissetmesin diye yani bir daha dinlememek için akademik terimlerle dolu konferansı anladıklarını iddia ederler. Bunu da şehirli bir öğretmene tebessümle itiraf ederler.
- YENİ DÜNYA
Kitaba ismini veren bu öykümüzde köye kız almaya gidecek olan bir Orta Anadolulu bir ailenin adetlerine tanıklık ediyoruz. Köy eğlencesinin ortasında kendimizi buluyoruz. Burda kitaba ismini veren Yeni Dünya lakaplı bir kadının köy ahalisini eğlendirmek için çağrıldığı ve ilk başlarda hor görülerek dışlandığı göze çarpar. Düğün sahibi Hüseyin’in mahçup olmama adına daha göze hitap eden ve canlı birini çağırttığına tanık oluruz. Bu kadın geldikten sonra zanaatının hakkını vermeye başlayan Yeni Dünya tekrar ilgiyi üstünde toplamaya başlar. Gelinin köyüne geldiklerinde uzun yola alışık olmayan ve yolda rakıyı fazla kaçıran Yeni Dünya’nın hastalanıp yatağa düştüğünü görüyoruz. Geri dönecekleri sırada ihtiyar bir köylünün evine yatırdıkları ve orda ölüme terk ettikleri karakterimizin yokluğunu bile fark etmezler. Kadın arkalarından ölünüzü alın diye feryat eder ve ölüyü arabada bir yere sıkıştırırlar. Ölü başı araba hareket hâlindeyken kilimden çıkmış ve tekerleklere vurarak yol boyunca giderler. Karakter derinliği yine içimize işleyecek şekilde ortaya konmuş, toplumsal bir gerçeği gözler önüne seren bir öykü.
- İKİ KADIN
Amansız bir hastalığa yakalanan 70 lerinde Kerim Ağa’nın son anlarını ve karısı ile genç kumasının verdikleri tepkileri anlatan bu hikâye belki de kitabın en sıkıcı hikâyesi. Öldükten sonra 40 yıllık karısı onlara beş kuruş para bırakmadığı için isyan ederken 24 yaşındaki kuması çocuğuyla bir başına kaldığı için üzülmektedir. Ölüme kimsenin aldırdığı yoktur.
- SULFATA
Sıtma hastalığına yakalanan karısını binbir güçlükle ‘Sıtma Mücadele Hastalıkları’ kurumunda muayeneye götüren bir adamın günümüzde de sıklıkla rastlanan kompleksli bir doktor tarafından karısını iyi edebilecek sulfata ilacından mahrum edilmesi anlatılır. Sıtma olduğu aşikâr olan kadını hor görerek ilaç vermemek için her şeyi yapan doktor, kanını cama aldıkları numune aracılığıyla götüren adamı ilaç için ne numaralara başvuruyorsunuz diyerek son kez aşağılar ve öykümüz biter.
- HASANBOĞULDU
Yazarımızın betimlemede nirvanaya ulaştığı bu hikâye hâliyle üslup bakımından çok baydı ama kurgu olarak beğendim diyebilirim. Birbirlerine coğrafi koşulların farklılığından ötürü kavuşamayan ova erkeğiyle dağ kadının ölümle sonlanan dramatik hikâyesi anlatılıyor. Hikâyenin başlığı Hasan’ın boğulmasından kaynaklı bir dereye veriliyor. Sevgilisi Emine ise onun acısına dayanamayıp kendini, sevdiği Hasan’ın kıyafetleriyle dereye uzanan ağaç dalına asıyor. O ağaca da Emine Ağacı adı veriliyor. Efsaneleşen bu aşıklar okuyucuyu da kendine çekiyor.