Neydi bu şimdi? Bu Nolan da iyice kafayı yemiş. NO NO NO… “sana en uzak nokta sırtındır” Evet, TENET! (Bu klavyelerde ters N harfi nasıl yapılıyordu?) Benim için korona virüsünün ilk vurduğu, yazık ettiği şey bu film oldu. Fragmanı ilk…devamıNeydi bu şimdi? Bu Nolan da iyice kafayı yemiş. NO NO NO…
“sana en uzak nokta sırtındır”
Evet, TENET! (Bu klavyelerde ters N harfi nasıl yapılıyordu?)
Benim için korona virüsünün ilk vurduğu, yazık ettiği şey bu film oldu. Fragmanı ilk yayınlandığında tamam dedim, bu sefer korsan izlemek yok, biletimi alır temiz temiz izlerim. Gel gör ki; yarasa çorbası, virüs, aşı, çip, Bill Gates, dış güçlerin oyunu ve açılmayan halı sahalar… ha bu arada niye aşı olduk?
Neyse, nihayet film çıktı herkes koşa koşa izledi (burda 10 saniye duraklama) , sonra durdu. Ne izledik şimdi? Ne anlattı bu film? Kötüydü demiyorum ammmma… biraz kötü gibiydi, anlamadım, Nolan zıvanadan çıktı falan gibi çokça yorum yapıldı. Genel olarak “anlaşılmadı” üzerinde duruldu. Sahi film anlama bakımından o kadar da zor muydu? Ya da evrenin en basit işleyiş kurallarından birini, zaman algısıyla oynayarak bize açıklamaya mı çalıştı?
Evet, ENTROPİ.
En basit anlatımıyla, DÜZENSİZLİĞİN YASASI.
Elimizden düşen bir cam bardağın kırılması ve bu kırılma-parçalanma olayının tam tersine, bir daha birleştireneyeceğimizin-eski haline getirmenin mümkün olmaması gibi.
Aslında çok basit. Filmede de yer alan kurşun sahnesi gibi;
-Neden böyle tuhaf geliyor?
(burda da beş saniye duraklama)
+Mermiyi atmıyorsun. Onu yakalıyorsun!!!
Tabii, Nolan gibi ele aldığımızda olay biraz sır küpüne dönüyor. Ne yapalım Nolan da öyle bir deli. Adamın, zamanla ne alıp veremediği var anlamadım. Neyse…
Tıpkı entropi yasasında olduğu gibi, filmin de başladığı an ve bittiği an tüm bu kaotikliği-anlaşılır kılıyor. Nolan’ın her filminde izleyiciye uyguladığı tarife gibi, ilk sahnede basıyor iki doz morfini.
Sonrası izleyici öyle anlamlı-anlamsız tatmin olmuşcasına hislerle filmini izliyor ve kendi deryasına tam dalıyorken, dalacakken tam film bitti diyoruz. Son sahneyle bir elektro şokla bizi gözlerimizi bir daha açıyor, tamaaaaaam, demekki bu bunun için böyleymiş dedirtiyor.
Sonra aklına şey geliyor işte, sana en uzak noktanın sırtın olduğu…
Ölümün bittiği yerde yaşamın-yaşamın bittiği yerde ölümün gerçekleştiğini,
hiçlik dediğimiz şeyin aslında sonsuzluk ve sonsuz olasılık denizi olduğunu, (sonsuzluk oteli gibi işte)
bir canlı formunun oluşması için, öncesinin parçalanmasını gerektiğini,
iyiliğin kendi içinde kötülüğü-kötülüğün ise iyiliği barındırdığını, (ikisinde tam olarak yoktur da denilebilir. Schrödinger’in kedisinde olduğu gibi.)
izafiyet teorisini-kuantum felsefesini,
Nietzsche’nin tanrısını ve o tanrının ölümünü ve…
Shakespeare’in bütün meselesini yanii, “OLMANIN YA DA OLMAMANIN..”
Yani, entropinin “şey-şeyler” üzerinde var olabilmesi-artması için o şeylerin düzensizleşmesi, parçalanması yada klasik anlamda bitmesi ölmesi gerekir. Yeni bir değişkenin oluşması için yıkmak gerekir. Yeninin, yeni olanın var olması için!
Bir nebze de olsun özgürlüğe yaklaşmak için, sorgulamak, parçalamak, çürütmek-yok etmek gerekir. Yeni bir kitap okurken, yeni fikirler edinirken yaşadığımız heyecan gibi.
Yerçekimi yoktur, gök itimi vardır. Şaka şaka! (Bu soğuk espri için özür dilerim) Ölüm sadece ölüm değil, yaşamak ta yaşam değil. Yaşıyoruz çünkü, entropik olarak ölüme doğru everilmemiz-düzensizleşmemiz gerekiyor. Asıl ölüm entropinin olmadığı, entropi seviyesinin düşük olduğu zamandır.
Unutma! sana en uzak nokta sırtındır..
Haa birde film vardı. Film; kurgu, senaryo, oyunculuk, çekim falan her şeyi harika, mükemmel, seyir zevki yüksek, öğretici ve daha bir sürü güzel şey-yorum falan işte.