Spoiler içeriyor
Dizinin kurgusuna, oyunculuğuna, sahnelerine vs. diyecek hiçbir şeyim yok; tek kelimeyle mükemmel. Hatta modern dünyanın maddi tabularına karşı duruşu da ziyadesiyle taktire şayan. Dahası dizi, tavrı ve itirazı ile de sanıyorum türk yapımcılığının zirvesi olabilir. Ancak benim için en kıymetli…devamıDizinin kurgusuna, oyunculuğuna, sahnelerine vs. diyecek hiçbir şeyim yok; tek kelimeyle mükemmel. Hatta modern dünyanın maddi tabularına karşı duruşu da ziyadesiyle taktire şayan. Dahası dizi, tavrı ve itirazı ile de sanıyorum türk yapımcılığının zirvesi olabilir. Ancak benim için en kıymetli olan özelliği elbette dizinin mesajı.
Dikkat buyurun; Dizi'de Gökhan'ın duyduğu ses yani vahiy, her daim sorgulanıyor. Hatta uzun süre Gökhan (semavi) bilebu sesi bizatihi sorguluyor. Lakin nihayet ilahi kelama (sese) inandıktan sonra bütün kusurları kendinde arayan iç güdümlü bir ruh haline bürünüveriyor. Neticede evrensel ilkelerin peşinden bütün ve şüphesiz bir inanç ile yürümeye başlıyor. Ne zaman ki vahiy kesiliyor, işte orada şeytan (çevresindeki insanlar) bütün maddiyatı ile Gökhan'ın yanında yer alıveriyor. Ve nihayet Gökhan'ın mesajları kutsanmaya, Gökhan'ın zatı ve kıyafetleri ilahileştirilmeye ve neticede öğreti kurumsallaşmaya yani dokunulmaz bir dogma olmaya başlıyor. Öyleyse kurgunun buraya kadar verdiği mesaj gayet açık:
"ilahi ses duyulmaz olduğu anda şeytanın sözü hükümdar olmaya başlar"
Dikkat ederseniz kurgunun tamamında yaşananların hepsi, bir bütün olarak peygamber kıssalarından iktibas edilmiş. Resul dediğimiz ve yeni din kurmuş bütün peygamberlerin ortak hayat hikayesi de deilebilir kurguya. Hatta kurguya bir çeşit "günümüz peygamber hikayesi uyarlanması" desek de mübalağa etmiş sayılmayız. Dolayısıyla dizideki karakterlerin gerçek hayattaki temsillerini tek tek tespit etmek zorlaşır. Zira eklektik bir hikaye oluşturulduğu aşikar. O sebepten kurgudaki karakterlerin özel temsillerini yazının ilerleyen satırlarına bırakıyoruz. Dolayısıyla yazının bu kısmında ancak kurgunun bütününe dair şu mesajı çıkartabiliriz:
"Bütün peygamberlerin misyonun ve ilahi ikazlarının ortak kaderi, muhataplarının algılarına ve menfaatlerine esir oluşudur. Dolayısıyla tanrısal ikaz, insanı muhatap aldığı anda insani bir algıya dönüşür. Onun orijinalliğini korumasının yegane yolu, insani algıdan kurtulunması yani tanrısallaşmak ile mümkündür."
Her bir peygamberin hayatından özel iktibasların da mevcut olduğu kurgudan, senaristin satır arası olarak verdiği mesaj ise biraz daha açık. Senarist aslında özel olarak olguya odaklanmamızı tavsiye ederken şu mesajı vermekten de geri durmuyor:
"Peygamberlerin vazifesi ilahi mesajı iletmek idi. O mesajın kutsanması, neticede peygamberin ilahileştirilerek öğretisinin ideolojileştirilmesi, peygamberle birlikte yürüyen ancak onun mesajının künhene asla vakıf olmayanlar tarafından oldu. Bu, ilahi mesaja hizmet eder gibi görünen ancak onu tekrar yeryüzünden silen bir insanî uyumsamadan ibaretti."
Bu fundemantalist mesajı, özelde Hz Muhammed'in hikayesine şöyle uyarlayabiliriz:
"Hz Peygamber'in vefatından sonra önce kur'an mushaf haline getirildi. Adından hadisler (haberler) ile tefsir ve fıkıh üretilerek öğreti tek bir yoruma sabitlenerek kurumsal bir yapıya büründürüldü. Neticede islam ortodoksisi bir devlet eliyle teşekkül ederek anarşist heterodoks inançları da gayri meşru ilan etme hakkı elde etmiş oldu. Oysa mesajın bu kadar kurumsal olmayı arzulayan bir tarafı hiç olmamıştı. Hz Ebubekir'in aklını çelen Hz Ömer ve nihayet onun izinden emevi ve abbasi aileleri hep birlikte semavi bir mesaj olan islamı, yeryüzünü hükümdarlığını arzulayan bir şeytani öğretiye evirdiler..."
Aynı fundemantalist paradigmanın hristiyan teolojisndeki karşılığını da şöyle ifade edebiliriz:
"Aziz Petrus ve Pavlus'un eliyle, Hz İsa'ya indirilmiş olan ilahi mesaj, pagan teolojisi ile mündebiç bir yeryüzü krallığına dönüştürüldü. Bu değişim Roma'nın siyasi gücünden de destek alarak bütün heterodoks mezheplerde az raz yaşayan orijinal mesajın kırpıntılarını da kılıç zoruyla yok etmeyi başardı."
...
Özetle dizi; Modernizm'e ve modern dünyada ona muarız gibi duran ancak modernizme entegre olarak ideolojileştirilen dini yorumlara karşı kurgulanmış bir postmodern itiraz. Pek tabii, Martin luther kadar sert ve kılcal damarlara dönük olduğu da aşikar. Ancak tıpki Martin luther'e karşı getirilen "yıktığının yerine ne dikeceksin?" sorusu karşısında cevapsız. Tıpki Martin Luther'in protest tavrının neticeleri gibi bu itirazın da sonu, itiraz edilen kadar belirsiz.
Ben, eseri pek beğenmekle birlikte üzerine düşünmek üzere şimdilik rafa kaldırıyorum. İlerleyen zamanlarda bu ekole ait bütün bir görüş inşa etmek niyetindeyim. O zamana dek de bu fikriyatı anlamlandıran bütün eserleri okumaya ve beğenmeye devam edeceğim.
Emeği geçen herkese teşekkür ederim.