Ölüm ve ölümün insan üzerindeki etkilerini, insanların ölümü nasıl karşıladıklarını, bu durumun insanların ilişkilerine nasıl yansıdığını vs. anlayabilmek için ölümcül hastalığı olan hastalarla çalışan bir psikiyatristin, ölümcül hastalarla görüştüğü seneler boyunca edindiği tecrübeleri okuyor ve ölüm üzerine düşünmenin ne kadar…devamıÖlüm ve ölümün insan üzerindeki etkilerini, insanların ölümü nasıl karşıladıklarını, bu durumun insanların ilişkilerine nasıl yansıdığını vs. anlayabilmek için ölümcül hastalığı olan hastalarla çalışan bir psikiyatristin, ölümcül hastalarla görüştüğü seneler boyunca edindiği tecrübeleri okuyor ve ölüm üzerine düşünmenin ne kadar hayati bir şey olduğunu anlıyoruz. Yazar, ölümü kabullenme ve bununla başa çıkma sürecinin, yasın beş aşamasıyla (inkar, öfke, pazarlık, depresyon, kabullenme) paralel gerçekleştiğini gözlemlemiş ve vaka örnekleriyle de açıklamış kitapta. Ölmeden önce kendi yasını tutabilmek... çok üst düzey bir olgunluk gerektiriyor cidden de.
Kitap dile gelse "EMPATİ, EMPATİ, EMPATİ!" diye bağıracak. Doktorların, hemşirelerin, aile üyelerinin, hatta hasta bakıcılarının bile kendi içlerinde baş edemedikleri duyguları gün yüzüne çıkaran bu hastalara bazı yaklaşımlarını okurken çok şaşırdım. Ölümcül hastalığı olan kişilerin fikirlerinin, ne doktorlar tarafından ne de aileleri tarafından önemsendiğini göstermiş yazar bize. Halbuki hasta olan kişi de bir birey olmaya devam etmeyi ve duyulmayı istiyor. Ölüm, başlı başına kabullenilmesi zor bir durum, buna ağır adımlarla yürümek ve bu yolculuğun farkında olmak daha da zor. Hasta zaten bütün bunları kabullenmeye ve bu gerçekle yaşamaya çalışırken, bir de durumdan dolayı yaşanan iletişim kopuklukları, süreci herkes için daha da zorlaştırıyormuş, bunu gördüm. Eğer hastayı duymayı reddeden veya hastaya karşı öfke duyan aile üyeleri ve sağlık çalışanları varsa, dönüp kendilerinin ölümle ilişkilerini iyice bir irdelemelerini öneriyor yazar burada. Bu kötü ilişkiler ağını gördükten sonra Kübler-Ross'un bu hastalara yaptığı şeyin kıymetini o kadar iyi anladım ki okurken... onları koşulsuz bir şekilde, hissettikleri ve düşündükleri her şeyle kabul etmek ve kendilerini artık herhangi bir konuda işe yaramaz hissederken onlara fikirlerinin, hislerinin ve tecrübelerinin ne kadar değerli ve önemli olduğunu hissettirmek ve biraz da olsun iç huzur sağlamalarına vesile olmak ne kadar insânî, ne kadar değerli bir şey. :')
Ölümü kabullenirken yaşanılan evreleri okurken en çok etkilendiğim ve duygulandığım bölüm kabullenme evresi oldu. Ne depresyon ne öfke, sadece artık olacak olan şeye hazır olmak ve bunun için beklemek... ne kadar büyük bir metanet gerektiriyor. Durumu çok güzel bir şekilde özetleyen şu satırları okurken içime bir şeyler oturdu sanki: "Aile için belki de en yürek parçalayıcı zaman, hastanın, ailesi de dâhil olmak üzere dış dünyasıyla yavaş yavaş ilişkisini kestiği son evredir. Ölümünde huzuru ve kabullenmeyi bulmuş ölmek üzere olan bir adamın, kendisini -en sevdikleri de dâhil olmak üzere- çevresinden adım adım koparmak zorunda olacağını anlayamazlar. Bir insan sahip olduğu çok sayıda anlamlı ilişkiye tutunmaya devam ederse ölmeye nasıl hazır olabilir ki?" ve bunları yazarken kendimi ölen hastanın değil de aile üyelerinden birinin yerine koyduğumu fark ediyorum. :D İnsanın kendi ölümünü kafada oturtamaması çok doğru bişi imiş gerçekten de. (fazla psikolojik bi' cümle oldu, farkındayım.) Ve yine bu bölümde, kabullenme evresinde olan bir hastanın, ailesine duyacağı özlemden bahsettiğini okurken çok duygulandım. Halbuki sen öleceksin. :) gideceğin yerde bambaşka dertlerin olacak, inan. Ama bu özlem hissini ara sıra ben de hissediyorum düşününce. Neyse ki eninde sonunda özlemimi giderebileceğimi biliyorum.
Kabullenme bölümünü okurken yaş, cinsiyet, din vs. fark etmeksizin, herhangi bir insan evladının bu dünyadan ayrılışının kederini hissettim içimde. Bu keder bi' garip hissettirdi bana. 'Zaman Makinesi'ni okurken dünyanın sonunun anlatıldığı kısımlarda da benzer hisleri hissetmiştim. Halbuki biri hiç var olmamış bir insan ve diğeri de ben artık çoktan var olmayacağım için olsa da hoş olmasa da hoş olan bir dünya... ama insanız işte, saçmayız biraz, n'apalım.
Kitap, gayet anlaşılır bir dille yazılmış. Bu alanda bir bilgi birikimi olmayan bir okura da bir şeyler katabileceğini düşündüğüm bir kitap. Ancak birkaç vaka örneğinde sanki Hz. Adem'den başlanmış gibi hissettirdi ve zaman zaman okurken sıkıldım. Bazı yerlerde de çeviriyi pek beğenmedim. Bir de kitapta yer alan hastalar genel olarak inançlı insanlardı, açıkçası biraz da inançsız hastaların tecrübelerini okumak isterdim. (Gerçi yazar, içten gelen inanca sahip tek tük kişinin yaşadıkları ölüm kaygısını, inançları sayesinde yendiklerini gözlemlemiş ve genelde hastaların inanç olarak orta seviyelerde olduklarını belirtmiş ama olsun.) Bu ufak pürüzler/eksiklikler dışında güzeldi. Tüm ölümlülere öneririm ama özellikle doktorlara ve ölümcül hastalığı olan hastalarla çalışan kişilere şiddetle tavsiye ederim.
Anamın duasıyla da bitirmek istiyorum: Rabbim, bizleri diplerde yatırıp kapılara bakıtma. Hepimize hayırlı ömürler, hayırlı ölümler ver. Amin.