[30.01.2024 Salı 04.52] Yaklaşık bir haftadır adını bile bilemediğim bir dağda, tek odalı bir yerde yaşıyorum. Önünden dere akıyor, hava buz gibi, soba yanıyor ve keyfime göre çay yahut kahve ile sessizliğin sesini dinliyorum. Kalabalık bir şehirden geldiğimi göz önünde…devamı[30.01.2024 Salı 04.52]
Yaklaşık bir haftadır adını bile bilemediğim bir dağda, tek odalı bir yerde yaşıyorum. Önünden dere akıyor, hava buz gibi, soba yanıyor ve keyfime göre çay yahut kahve ile sessizliğin sesini dinliyorum. Kalabalık bir şehirden geldiğimi göz önünde bulundurursak burası oldukça sakin ve huzurlu. Olan sesler sadece adını bilmediğim kuşların, derenin ve ağaç yapraklarının. Bir de arada sırada mırıldandığım şarkılar. Buraya geliş amacım biraz dinlenmek ve bolca çalışmak olsa da, bilgisayarımı getirmeyi unutmam tam bir fiyasko. Belki de böyle olması gerekiyordu ve sadece oldu. Gerçi internet ya da genel olarak hat çekmiyor zaten ama çalışmak için pek de ihtiyacım yoktu. Esasen, ilginçtir ki özellikle gündüzleri hat çekmiyor.
Elektronik olarak elimde sadece telefonum var ve sosyal medya kullanmaya çalışmak oldukça zahmetli. Bu yüzden hiç denemeye bile çalışmıyorum. Netflix hariç. Ne alaka diye düşünülebilir ama geceleri sadece Netflix'e girebiliyorum. Iki film izliyorum yahut belgesel (suç belgeseli). Zaten ben izleyene kadar sabah oluyor ve hat tamamen gidiyor. Bu yazdığım, belki biraz günlükvari oldu ama, ise kim bilir saat kaçta gidecek? Emin değilim.
Çalışma seçeneği zorunlu olarak elendiğine göre elde sadece bolca düşünmek, geçmişi ve geleceği düşünmek, dosluk ve aile ilişkilerini düşünmek, kendini ve hayatı sorgulamak kalıyor. Bu konuları fazlaca düşünecek vakit bulunduğu zaman, bu zaman bir işkence haline gelebiliyor.
Kalabalıklar içinde yalnız olmak mı yoksa hiçliğin ortasında yalnız olmak mı?
Bu soruyu düşündüğümde kalabalıklar içinde yalnız olmanın daha yaşanılabilir olduğunu söylemek mümkün. İkisini de deneyimleyen biri olarak; kalabalık içinde yalnızken dikkatinizi düşüncelerinizden çeken anlık da olsa ayıran bir şeyler her zaman oluyor fakat hiçliğin ortasındayken bu pek mümkün değil. Sürekli düşünüyor ve düşünüyorsunuz. Düşüncelerinizin arasında bir zamanlar kaybolmuş ve içinizi acıtan anlar çıkıp size el salladığı için dumura uğruyorsunuz. Oysa günlük hayatımızda ne de meşgulmüşüz de onun orada olduğunu unutmuşuz.
Sahi, en son ne zaman diğer şeyleri boş vermiş şekilde değer verdiğiniz birine vakit ayırıp onunla gülüştünüz?
Bu temponun içinde benim bile vakit ayırmadığım insanlar oldu. Gerçi benim hep aklıma gelir ama geçen zaman uzun olunca dönüp de konuşmak, yüzsüzlük gibi geliyor bana. Sessizce kaybolan bir şeyler varken, beni unutmaya başlamışken "hey" deyip huzur kaçırıp kimsenin keyfini bozmak istemem ve bu yüzden aza işitmeyi de. Hal böyle olunca ne için uğraşıyorum diye durup düşündünüz mü? Eğer sevdiğimiz insanları bu şekilde, vakit ayırmadığımız için kaybediyorsak, neden uğraşıyoruz? Bu sebeple mutlu değilken 'ileri' olarak düşündüğümüz zaman diliminde nasıl mutlu olmayı bekliyoruz? 'İleride' dediğimiz zaman aslında şimdiki zaman değil midir? Ne daha fazla vakit kaybediyoruz? Ah, doğru ya. Günlük hayatımızı 'ileride' iyi ve mutlu geçirebilmemiz için fazla meşgulüz. Fakat geçiyor. Zaman geçiyor. Bizler aslında ilerideyiz. Her zaman ileride olduk. Ve bu yüzden ilerisi için kazanmaya çalıştığımız şeyleri zaman içinde kaybediyoruz. Dostlarımız, ailelerimiz, belki de sevdiğimiz. Değer verdiklerimize ayırmadığımız her an, zaman akıyor ve bizi ayırıyor.
Ben yine "hey" demeyeceğim. Çünkü hala rahatsızlık vermeme düşüncesindeyim. Bunca zaman bensiz yapabilen ve yokluğumun üzmediği, akıllarına gelmediğim fakat benim hala fazlasıyla değer verdiğim insanların huzurunu kaçırmaya niyetim yok. Sadece ummakla yetinip her zamanki gibi iyi ve mutlu olmalarını dileyeceğim. Belki buradan bakıldığında bana göz kırpan yıldızlara onların isimlerini verip, yıldızlarla konuşurum.
Umarım gerçekten, gerçekten mutlusunuzdur. Hep mutlu olun.
İyi ve huzurlu geceler, sevgili Raf sakinleri.