Genelde beğendiğim filmleri yorumlarım ama bu sefer bir istisna olsun, dedim. Hoşlanmadığım bir filme yorum yazmak istedim. Öncelikle kim bu Louis Wain... ondan bahsedelim. Kendisi 1860-1939 yılları arasında yaşamış İngiliz bir ressam, hem de oldukça yetenekli bir ressam ve ne…devamıGenelde beğendiğim filmleri yorumlarım ama bu sefer bir istisna olsun, dedim. Hoşlanmadığım bir filme yorum yazmak istedim.
Öncelikle kim bu Louis Wain... ondan bahsedelim. Kendisi 1860-1939 yılları arasında yaşamış İngiliz bir ressam, hem de oldukça yetenekli bir ressam ve ne yazık ki hayatı da trajedilerle durmaksızın sarsılmış bir ressam... Hayatı, öyküsü o kadar ilgi çekici ki... ama filmin bunu layıkıyla yansıtamadığını düşünüyorum.
Belki duymuşsunuzdur, ressamlığı yaptığı kedi resimlerinden ziyade o derin acılarına ayna olan kedi resimlerinin evrimiyle meşhur ve bu evrimi o kadar ürpertici ki o tabloları incelerken o kedilerinkilerle aynı orantıda insanın da tüylerinin tiftik tiftik dikilmesi işten bile değil.
Hayatında pek çok kayıp yaşamış, sorumlulukları altında ezilmiş, I. Dünya Savaşı'nın etkisi yoksullukla mücadele etmiş ve tüm bunların getirisi akıl sağlığını azar azar yitirmiş birisi...
İlk başlarda resmettiği kediler oldukça gerçekçi ve insana özgü hareketlerle harmanlanmış eğlenceli ve sevimli bir konumda; kediler kahve içiyor, kıyafet giyiyor, dans ediyor, çeşitli etkinliklerde buluşup eğleniyorlar lakin zamanla ressamın odağı hareketlerden uzaklaşıp kedilerin irkilmiş tüylerine ve ürkekleşerek büyüyen gözlerine, detaylara kayıyor. Hatta kedi figürleri gittikçe hatlarını kaybederek birtakım fraktallara dönüşüyor, başta net seçilebilen kedi figürleri artık belirginliklerini yitiriyor, belki uzaktan uzaktan kedileri andırabilecek hâle geliyorlar.
Bu adım adım değişimi yansıtmak hususunda filmin fazlasıyla yüzeysel kaldığını düşünüyorum, ressamın hayal dünyasının, duygularının derinliğine layıkıyla inememiş. Gereksiz sahnelere odaklanıp ağır çekimlerle uzattıkça uzatarak hikayenin akışını baltalamış ve asıl önemli olan noktaların derinine inemeden kıyılarından dolanmış gibi hissettim, özünü es geçmiş.
Belki de beklentimin fazla oluşundandır, filmi izlerken aynı anda zihnimde ayrı bir senaryo kurgulamadan, hikayenin akışını habire değiştirip şu sahne şöyle çekilebilirdi, böyle olsa daha güzel olabilirdi diye düşünmeden edemedim ve sonunda elimde kalan potansiyeline ulaşamadan harcanmış bir film oldu, sevemedim.
Mesela Louis Wain'in dünyayı algılayışı parlayan birkaç kırmızımsı, sarımsı ışıktan, şaşı bakılmış gibi titreşen iki üç kediden fazlası olmalıydı. Gözünde gittikçe değişen dünyası birkaç kaleydoskopik görüntüyle, halüsinasyonlarla, birbirine karışıp dağılan renkler ve şekillerle çok daha etkileyici hissettirilebilirdi. O gördüğü elektiriksel dünyanın akımları bizim de parmaklarımızın ucunu cızzt ettirebilirdi. Kendisinin ve eşinin sıradanlıktan uzaklaşan o enteresan bakış açıları, bilinçaltına işlemiş korkuları filme tane tane işlenebilirdi. Dahası ve en önemlisi Louis'in kedi resimlerine başlaması "Bak sana kediler çizdim, sürpriiiiz"den çok daha öte, oldu bittiden ziyade zamana yayılmış detaylarıyla olabilirdi, olmalıydı da...
Hiç mi bir yanını sevmedin filmin derseniz de bir tek gemide o derin korkusuyla boğuştuğu sahne iyiydi, bir de eşiyle ilk tanıştığı anın hoş bir yanı vardı. Filme bu puanımı da zaten beğendiğim bu birkaç sahne ve sırf o pofidik, minnoş ve tatlış mı tatlış kedilerin hatrına verdiğim de bilinsin, lütfen 😻😂
5/10
⭐⭐⭐⭐⭐☆☆☆☆☆