3 saat sıkmadan kendini izlettirebilen bir film, en azından benim için. Tam olarak umutsuzluğun hakim olduğu ülkemiz gerçeklerini, ve insanının en saf haliyle bütün gerçekliğiyle yansıtan yapaylıktan ve ütopyadan uzak mükemmel ötesi bir bir film. Gerçek hayattan bir kesit adeta,…devamı3 saat sıkmadan kendini izlettirebilen bir film, en azından benim için. Tam olarak umutsuzluğun hakim olduğu ülkemiz gerçeklerini, ve insanının en saf haliyle bütün gerçekliğiyle yansıtan yapaylıktan ve ütopyadan uzak mükemmel ötesi bir bir film. Gerçek hayattan bir kesit adeta, küçük kasaba yaşamlarındaki sıkışmışlığın içinde gelişen psikolojileri, ilişkileri, duyguları gerçek hayatta benzerleri ve karşılıkları olan kişiliklerle son derece objektif olarak aktarmış.
Hayatta kimseye fazla düşkün olmamışlığın hafifliğinin ve zahmetsizliğin ''konforunu'' yaşayan Samet, hayattan alacağının olduğuna inanan iyimser Kenan ve yaşadığı büyük travma ile hayatın yedek kulübesine mahkum edilmiş ancak direniş ruhunun parlaklığı hiç azalmamış Nuray. Ne var ki, üçü de ''umut etmekten yorgun''lar ve bu kaderleri haline geliyor. Çünkü artık bir karar vermeliler bu duyguları hakkında: bu bir umut mu, yoksa bir hayal mi?
Filmin en can alıcı sekansı, Nuray'ın evinde, Nuray'la Samet'in fikir tartışması yaptıkları yemek sahnesiydi bence. İki kavram kıyasıya çatışıyor bu loş, eski fotoğraflarla dolu eski evde: Samet'in hararetle savunduğu özgürlük ve liberal düşünce ile Nuray'ın tavizsiz çoğulculuğu ve dayanışmacılığı. O yemek masasında düşünceler, bakış açıları, hayat görüşleri topyekün bir savaş halinde. Aslında birbirlerine taban tabana zıt değiller ama tartışmada haklı ve üstün çıkmanın tatmin duygusu ile normalde belki bu kadar büyük bir dirençle üstünde durmayacakları şeyleri söyleyip, çatışmayı ve tartışmayı alevlendiriyorlar. Bana kalırsa ne Samet aşırı bir bireyci ne de Nuray aşırı bir toplumcu. İkisi de akıllı, ikisi de hazırcevap, ikisi de donanımlılar. Birbirlerini bu çatışmayla etkiliyorlar ve çatışma masadan kanapeye, oradan da yatağa giden bir sergüzeştin ateşleyicisi oluyor. Cannes jürisi, Merve Dizdar'a sırf bu sekanstaki performansı için bile ödülü vermiş olabilir.
Samet için pedofili, sapık yorumları okudum çoğu yerde ama NBC, Samet karakterinde aslında sapkın birini anlatmıyor, bedensel durum yok. Yetişkinlerle ancak samimiyetsiz ilişkiler kurabilen kendini açmaktan korkan bu sebeple bir çocuğun ilgisini bile kaybetmekten korkan zayıf bir karakter.
Kuru Otlar Üstüne, teknik olarak kusursuzluğa yaklaşmış bir verim: saat gibi tıkır tıkır işleyen senaryosu, üstün oyunculukları, özenli oyuncu yönetimi, merak uyandıran kurgusu, NBC'nin her zamanki masalımsı ışık ve gölge tasarımı, aralara konulmuş ve hikayeyi güçlendiren harikulade fotoğrafları, pırıl pırıl sesi, etkileyici ses tasarımı, az sayıda ama içi titreten müzikleri, akıcı kamera hareketleri ve uzun süresine rağmen sanki bir film seyreder gibi değil de bir edebi eser okur gibi büyük bir zevkle takip edilebilmesi ile, ulaşılması zor bir seviye sunuyor.