Bitince etrafınıza şöylece bir bakıp sessizlik içindeki hüznünüzü duyuyorsunuz. Öyle bir roman Günler, Aylar, Yıllar; dünyaya vuran acımasız kuraklık, insanın suratına keskin ok gibi batan güneş ışınları, her günün bir öncekinden daha çaresiz geçişi ve dağlarda gezinen vahşi ve aç…devamıBitince etrafınıza şöylece bir bakıp sessizlik içindeki hüznünüzü duyuyorsunuz. Öyle bir roman Günler, Aylar, Yıllar; dünyaya vuran acımasız kuraklık, insanın suratına keskin ok gibi batan güneş ışınları, her günün bir öncekinden daha çaresiz geçişi ve dağlarda gezinen vahşi ve aç kurtların korkunç bakışları ile dolu; aslında sıradan lakin yüreğe işleyen kocaman bir öyküsü var.
Bir ihtiyar, kör bir köpek ve kuraklıktan yarılmış, çatlaklar içindeki semsert topraktan büyümeye çalışan Mısır tohumu... Yan Lianke, kullandığı büyüleyici diliyle kurumaya yüz tutmuş fideye adeta hayat veriyor. Aynı şekilde yine capcanlı anlatımı ile güneşi kızgın bir ruha çeviriyor; geceyi ve gündüzü, dağları, ay ışığını Günler, Aylar ve Yılların olmazsa olmaz karakterleri, vücutları haline getiriyor. Çok nadiren geçen diyalogları olmasına rağmen sanki doğanın sesini dinliyoruz romanda, belki de sessizliğini...
Kaba ağızlı bir ihtiyarın iç sesi başlarda rahatsız ediyor; bunamış, paçavra donlu, yüzsüz bir adamın hikâyesini mi okuyacağım ben diyoruz. Sonrasında bu ihtiyara öyle bir alışıyoruz ki günler ve aylarca onunla birlikte küçük havuzdan kovalara su doldurup, omzumuza yükleyip saatlerce yürüyoruz. Bazen sinirleniyoruz, bazense dermansız kalan ihtiyara acıyoruz. Buruk bir gülümseme ile bakıyoruz kimi zaman da... Kör köpek ile olan sessiz mi sessiz anlaşmaları, romanı canlı tutuyor, bir süre sonra ta kendisi oluyor romanın... Köpeğe de yüreğimiz dayanmıyor; o karanlık kuyuyu andıran bir çift göz geliyor gözümüzün önüne, kıymık gibi batıyor yüreğe yine kimi zaman... İşte böyle hem tatlı hem acı bir hüzün estiriyor sayfalarda Yan Lianke...
İhtiyarın, güneşe ve kuraklığa yenildiği ve bitik düştüğü anlarda elindeki kırbacı alıp güneşe ve ışınlarına doğru şak şak sallayışı aklımdan çıkmayacak. Düşündüğümde, gözlerinden yaşlar, vücudundan terler akan birisi geliyor aklıma... Kavurucu sıcaklık altında ölüme doğru koşan adam... Bir yandan da kızıyorum ihtiyara. Neden doğaya saldırıyorsun ki? Üstelik tekrar tekrar çaresiz kaldığını bilerek... Hiç ders çıkarmak gelmedi mi aklına bu adamın? İnsanları, toplumu sorgulamak... Bu açıdan bakınca kitabın zayıf noktasını yakalar gibi oluyorum sanki. Elbette okuyucu kendi çıkarımını yapabilir ama ihtiyardan beklentisi daha da yüksekti sanki...
Sonra durup yine düşünüyorum... İhtiyara çok mu yüklendik? Sonuçta herkes çekip gitmiş o sıradağlardan, bir o kalmış geriye, bir de kör bir köpek... Gelecek nesillere hayat olsun diye ektiği mısırı günler ve aylarca koruyup kollayan bir ihtiyar, sıçan yemek zorunda kalan bir ihtiyar, yanında da kör bir köpek; Hayat ise bu iki yoldaşın da üzerinden geçiyor: Günler, aylar ve yıllarca...