Önyargıların, etiketlerin sahteliğini ve bu sahteliğin doğurduğu o ötekileştiren zorbalıkları temeline alan şahane bir film. Ben filmi bayağı bir sevdim. Konusunu, oyunculuklarını, görselliğini her yanını beğendim. Siyah-beyaz oluşu da ayrı bir estetik, derinlik katmış filme, şiirsel bir güzellik sezdiriyordu. Şiirsellikten…devamıÖnyargıların, etiketlerin sahteliğini ve bu sahteliğin doğurduğu o ötekileştiren zorbalıkları temeline alan şahane bir film.
Ben filmi bayağı bir sevdim. Konusunu, oyunculuklarını, görselliğini her yanını beğendim. Siyah-beyaz oluşu da ayrı bir estetik, derinlik katmış filme, şiirsel bir güzellik sezdiriyordu. Şiirsellikten kastım da karanlık ve aydınlık hissiyatının oluşturduğu tezatlık, konunun etkileyiciliğini daha bir arttırmış.
Özellikle kameranın Fil Adam'ın kendisinden ziyade başkalarının ifadelerine, tepkilerine odaklanması da güzeldi. Yıllar yılı derinleşen travmalarıyla hepten kendine yabancılaşmış birinin yalnızca başka yüzlerdeki yansımalarda, başkalarının algılarında sıkışmış bir hâlde var olmasını derinden hissettiriyordu.
Bu açıdan film, insanın kendi değerini başkalarının düşüncelerinde aramasını da eleştiriyor ve insanların düşünceleri, sizi iyi veya kötü, güzel veya çirkin nasıl bir etiketle algıladıkları sizin kim olduğunuzu belirleyemez, diyordu.
Aynı zamanda bu eleştirilerin arasından film, bir insanın travmalarını sevgi ve şefkat tek başına iyileştirmeye yeter mi, kendine yabancılaşmış bir insanın kabuğundan çıkmasına arkadaşlık, dostluk tek başına çare olur mu diye de soruyordu.
⚠️ Vee dikkat, dikkaat, bir iki tanecik spoilerlı yorum da eklemek istiyorum, bilginizee ⚠️
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
Doktor Frederick Treves'in John Merrick'i ilk defa gördüğü sahnede kameranın doktorun karanlıklar içinden çıkan yüzüne yakınlaşması tam olarak bahsettiğim o şiirselliklere uyan sahnelerden biriydi. Bu sahneden yola çıkarak doktorun sonrasında yaptığı "Ben iyi biri miyim yoksa kötü biri mi?" iç hesaplaşmasında, başından beri John Merrick'i kendi menfaati veya ünü için kullanmak yerine John'a gerçekten yardım etmek istediğini düşünmüştüm. O ilk gördüğü anda döktüğü gözyaşı doktorun bana empati kurduğunu hissettirmişti ama şöyle bir düşününce kameranın ışıkla şiirsel bir dilde oynaması yani daha somut ifade etmem gerekirse ilk başlarda sahnelerin karanlık tonlarda, ışığın az vurduğu yüzlere odaklanması John'un tamamen yüzeysel, dış görünüşüne odaklanıldığını göstermekteydi. İlerleyen sahnelerdeyse bu keskin tonlar yumuşadı, karanlıklar dağılmaya, ışıklar daha bir aydınlık olmaya başladı ve odak artık John'un deforme olmuş bedeninden kişiliğinin inceliğine, nahifliğine kaydı. Bu açıdan ilk başlarda doktor John'un gözlerine bile bakamazken -belki de içten içe onu gerçekten doktorluk ünü için kullanmış olmanın, sirkten hastaneye getirerek yine bir gösteri malzemesine dönüştürmesinin vicdan azabını duyuyordu- sonraları John'un tekrar bulunduğu sahnede doktorun samimi bir dost olarak içten bir sevinçle John'a sarılabilmesi aslında doktorun da John'a olan bakışının değiştiğini düşündürüyordu. Aslında bir tek en temiz bakan, John'un sadece kişiliğini önemseyip gören, samimiyetle elini tutan, hatta yanağından öpen sadece o tiyatro sanatçısı kadın olmuştu, onun haricinde kimse John'a bu denli temiz bir şevkat, sevgi ve saygıyla bakamamıştı, hatta bu sahnedeki bu bakışın sıcaklığını yansıtan renk tonlamaları da yumuşaktı, karanlıklardan sıyrılmış, aydınlanmış bir yüz görüyorduk. İşte tam olarak bu izlemekten mest olunası sahnelerdeki, şiirsellik değilse nedir :')
Bu dıştan içe, yüzeyden öze odak değişiminin ilk adımı tabii ki iletişimdi. John'un neredeyse kullanmayı unuttuğu kelimeleri tekrar bulması, konuşmaya cesaret edebilmesi hem insanların hem de John'un kendisinin Fil Adam'ın bir kişiliğini olduğunu görmesini sağladı, bir bakıma John'un kendine yabancılaşmasının buzlarını kıran ilk adımdı konuşması.
Yalnız bir sorun vardı, deforme olan ağzı kendini ifade edebilmesini bir noktada yetersiz kılıyordu. Bu noktada başka ifade yolları arar oldu ve bulduğu yol, sanattı. Hayal gücünü ortaya koyabileceği bir işe koyuldu, penceresinden duvarın ardında sadece çatısını görebildiği bir katedralin maketini yapmaya girişti. O tamamını görmesine mani olan duvar hem katedral ile hem de sanki kendi benliği ile arasında bir engel gibiydi. Kendini adım adım kazanmasının, benliğini keşfetmesinin, kendiyle barışmasının -her ne dersek diyelim- adımları katedral maketiyle doğru orantıda inşa ediliyordu. Hatta gece bekçisinin Fil Adam'ı görmeleri için bir grup insanı getirdiği sahnede o karmaşanın içinde maketin de yıkılması John'un kendiyle olan ilişkisinde yeniden travma almasını, kendiyle barışma sürecinin de yıkıma uğramasını yansıtıyordu. Bu travma sahnelerindeki o görüntüler film boyunca ara ara gördüğümüz o annesinin file karşı çığlıkları, senkronize çalışan adamlar, bakışlar, sanki kovalanıyormuş gibi John'un kaçışları bize Fil Adam'ın adeta zihninin içini, psikolojisini göstermekteydi ve bu bakımdan bu sahneler de ayrı bir şiirsellikteydi.
Hatırlarsanız baş hemşire odaya katiyyen ayna getirilmemesini tembihlemişti ve bekçi o gece John'un yüzüne ayna tuttuğunda John kendi görüntüsünden dehşete düşmüş, çığlık atmıştı. Bu durum hem travmasını yeniden tetiklediği için bir anlığına yeniden kendine yabancılaşmasına sebep olmuş lakin diğer yandan hem de o sirkten kaçtıktan sonra bir tur da tren istasyonundaki kendisini kovalayan bir grup insandan kaçarken belki de ilk kez kendini savunmasına, üzerine yürüyüp etrafını saran gözlere, yüzlere "Ben bir hayvan değilim, ben bir insanım!" diye bağırmasına vesile olmuştu.
Böylece en sonunda kendiyle barışma sürecini tamamlandığı gibi katedral maketini de bitirmiş oldu ve John bu kendini kazandığı, sevildiğini, dostluk kurduğunu hissettiği anda bile yine de normal olma isteği ağır bastı, hayatı uğruna bir kez dahi olsa normalliği deneyimlemek istedi. Deforme olmuş kafasının hayati tehlike riski taşımasından dolayı sadece oturarak uyuyabilmesine rağmen başını yastığa koyarak uyumayı seçti ve uykusunda boğularak vefat etti. Tam olarak bu sahne bahsettiğim o soruyu, "Bir insanın travmalarını, kendine yabancılaşmasını arkadaşlık, dostluk, sevgi ve şefkat tek başına iyileştirmeye yeter mi?" sorusunu akla getiriyordu.
Filmden sonra John'un gerçek hayatını araştırdığımda annesinin daha John küçük yaştayken vefat ettiğini ve babasının yeniden evlenerek John'u istemediğini böylece John okulu bırakmış, kimsesizler evinde kalmış olduğunu, yolunun sirke düştüğünü öğrendim ve sanıyorum doğduğunda görünüşü normal, sağlıklıyken hastalığı yaşı ilerledikçe artmış. Filmde hayatının bu öncesini de göstermesini isterdim.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
⚠️ Spoiler bitti. Evet, bir iki tanecik yorum ekledim, benim bir iki taneciğim de bu kadarmış 😂
Son olarak filmi ben fazlasıyla sevdim lakin yine de ufak bir eksiklik olarak sadece hikayenin öncesine, çocukluğuna dair bir şeylere de filmde yer verilseymiş dedim ve buradan bir puan kırdım.
9/10
⭐⭐⭐⭐⭐⭐⭐⭐⭐☆