Spoiler içeriyor
Tanrının varlığının hissedilmediği melankolik ve kasvetli bir dünya. Polonya’nın 1980’li yıllarda yaşadığı koşulları ve insanların bunlarla baş etme biçimini anlatan Dekalog. 10 bölümden oluşan dizi, tek tek, karışık ya da birbirinden bağımsız da izlenebilir. Ama Dekalog’da ortak olarak bir şey…devamıTanrının varlığının hissedilmediği melankolik ve kasvetli bir dünya.
Polonya’nın 1980’li yıllarda yaşadığı koşulları ve insanların bunlarla baş etme biçimini anlatan Dekalog. 10 bölümden oluşan dizi, tek tek, karışık ya da birbirinden bağımsız da izlenebilir. Ama Dekalog’da ortak olarak bir şey vardır. tüm bölümlerinde hep o adamı görürüz. Mario Sesti’nin Dekalog üzerine kaleme aldığı denemesinde “eylemlere karışmayan meleksi bir mevcudiyet”
Bu meleği izleyici gibi hissettim. Hiçbir şekilde engel olamayan ama acılarını paylaşan.
Eski ve Yeni Ahit’in özünde yer alan, On Emir’i her bir bölümde anlatan dizi için, her bir bölümün bir Emir’e karşılık geldiğini söylemek demek bence yanlış olur çoğu bölüm birkaç emire gönderme yapar. (On, Bir)
Dekalog Bir | “Kendine herhangi bir oyma imge yapmayacaksın /.../ Çünkü Efendin olan ben senin tanrın kıskanç bir Tanrıyım, ve babaların günahlarını çocuklara yüklerim”
Dekalog bir de, Pozitif bilimi, rasyonel aklı temsil eden bir akademisyen ile, onun kendi değerleriyle yetiştirdiği oğlunu izliyoruz.
Baba bilgisayara sonsuz güveni olan onu putlaştıran biridir. Pawel (oğlu) buzların üzerinde bir gece kaymaya gidipte buz kırılınca, Bilgisayara yaptığı hatanın nedenini sorar. Önceki gece buzun üzerine sıcak suyun döküldüğünü düşünemez. Çünkü onun için makine ve bilim herşeyin üstündedir.
Dekalog İki | “Efendin olan Tanrı’nın adını boş yere anmayacaksın”
Tanrı’nın gücüne dikkat çekmek, ahlaki olarak insanı sınamayı bu emirle gösterir.
Bir doktor, kocasının durumunu soran ve cevaba göre hareket edecek olan kadına yalan söyleyip “umut yok” der. Kendini Tanrı konumuna sokar. Cevaba göre hareket edecek olmasının nedeni kadının başka birinden hamile olmasıdır. Bu durum kadını büyük bir zorluğa iter. Doktorun kendini tanrı konumuna koyması olayları manipüle etmesi, emri işler.
Dekalog Üç | “Şabbat gününü takdis etmek için onu hatırında tutacaksın”.
Dekalog Üçte, bir taksicinin hikayesi anlatılıyor. Yılbaşı gecesi Janusz, eski metresiyle, metresinin “kayıp koca”sını arar. Ailesini evde bırakıp geceyi kocasına aramakla geçirir. Ama işin aslında kayıp bir eş yoktur. Kadın geçmişte ki yalnızlığını taksici ile telafi etmeye çalışır.
Dekalog Üç havası ve ambiyansı ile bana maviyi anımsattı. Maviden daha mesafeli ve soğuktu. Hem karakterler hem ambiyans.
Dekalog Dört | “Babana ve anana hürmet edeceksin”
Annesi olmayan, babasıyla büyüyen Anka, babasına fazla bağlanması sonucunda oluşan duygularını artık dizginleyemiyor ve dışa vuruyor. Film de annesinin açmamasını söylediği mektubun, başta açılmaması, sonrasında da böyle gideceği umudunu oluşturdu ama tabi emre karşı gelmiş olmayacaktı. Başta bilinmezlikle kalmayı tercih etmeleri, kızın da babasına hissettiği duygular nedeniyle okumamayı tercih etmesi, bir şey gösteriyor aslında; gerçek baba kız olmanın önemini.
Dekalog Beş | “Öldürmeyeceksin”
Dizi de iki bölüm arasında kaldığım, hangisinin daha iyi olduğuna karar veremediğim bu bölüm.
Evet tüm bölümler de emirler ihlal ediliyor, ama diğer hiçbir bölümde, bu bölümde olduğu kadar sert ve şiddetli ihmal edildiğini sanmıyorum.
“Yasalar, doğayı taklit etmemeli, onu geliştirmelidir. İnsanlar, başkalarını yönetmek için hukuku icat etti. Yasalar, kim olduğumuzu ve nasıl yaşayacağımızı belirliyor. Biz yasalara ya uyarız ya da ihlal ederiz. İnsanlar özgürdür. Onların özgürlükleri, başkalarının özgürlükleri ile sınırlandırılmıştır. Ceza, intikamdır. Özellikle, zarar vermeyi amaçlayan cezalar, suçu önlemiyor. Yasalar, kimin için intikam alıyor? Masumlar adına mı? Masumlar mı kanunları yapıyor.” Avukatın söylediği bu diyaloğun bu kesitinde bir mesaj veriyor en baştan.
Devlet aygıtı tarafından cinayetin tekrarlanması da bir cinayet aslında devletin yapması bunu meşru kılmıyor.
Bölümde, Asıl kırılma noktası ikinci cinayet. Zizek bunu Hitchcock’un sapığına benzetir. O filmde de asıl travma ikinci cinayettir.
Dekalog Altı | “Zina Yapmayacaksın”
Dekalog da ki en çarpıcı bölüm olabilir. Her ne kadar Beş ve Altı arasında gidip gelsem de ve bunlar Birinci bölüm ile kavga etse de. Dekalog 6’nın yeri ayrı.
“Genç bir adamın karşı apartmanda oturan kadına duyduğu derin aşk” diyemem.
Tomek’in Magdaya duyduğu “aşk”a film boyunca asla inanamadım. Çünkü sahteydi. İlerleyen kısımda Tomek’in intihar etmiş olması da bu düşüncemi, benim açımdan doğru kılmış oldu. Kendisi aslında narsist biriydi. Aynı zamanda Tomek içe dönük ve yalnız bir karakterdi. Sevgiye muhtaç olduğu dizide belliydi. O yüzden de Magda’yı seviyor demek doğru olmaz. Yani Tomek’in Magda’ya duyduğu aşk gerçekte sahteydi. Narsistçe bir idealleştirme tutkusuydu. Tomek sevgiyi sevdiği için ve buna ihtiyacı olduğunu bilmediği ya da kendisine itiraf etmek istemediği için de, cinayeti kendine yöneltti.
Cinayeti kendine yöneltmesinin bir diğer nedeni de, yukarıda dediğim gibi Tomek’in içe dönük bir karakter olmasıydı. Bu da onu mazoşist biri haline getirdi. (kendine zarar verme açısından) Her mazoşist aslında birer sadisttir. Çünkü kendine zarar verme gücü olan kimsenin içinde, bir başkasına zarar verme gücü de gizlidir.
Yani Tomek aslında içe dönük bir karakter olmazsa, kendisine değil de Magda’ya zarar verecekti.
Tomek’in hissettiği hiçbir duygu bana güzel ve özel gelmedi. Aşkı hiç de göründüğü gibi saf değildi. Çünkü Tomek’in kendisi en başta saf bir karakter değildi.
Filmde bir sevgi yok, derin bir sevgi ihtiyacı var.
Dekalog Yedi | “Çalmayacaksın”
Majka öğretmeniyle ilişki yaşar ve ondan bir çocuğu olur. Majka’nın kendisi anne olmasına rağmen “sorumluluğu üzerinden almak” için annesi çocuğa annelik yapar. Ama tabi ki bu böyle devam etmez. Majka sahiplenmenin vermiş olduğu yoğunlukla kızını kaçırır.
Majka Slavcada da anne anlamına gelir. Kieslowski’nin kelime oyunlarından biri.
Film de ”Zaten senin olan bir şeyi çalabilir misin” sorusu ana unsurdur.
“Sevgide sahip olmadığınız şeyi veremezsiniz zaten sizin olan bir şeyi çalarsınız - bu da sevgi midir? (Lacan)
Dekalog Sekiz | “Yalan Yere Şahitlik Yapmayacaksın”
Üniversite de etik ve ahlak üzerine dersler veren öğretmen ve kitaplarını çeviren Elzbieta arasında geçiyor. Elzbieta çocukken Soykırımdan kaçmış biridir. Öğretmen bir yalan söyler geçmişte. Yalan söyleyen kadın büyük bir vicdan azabı çeker. Aslında Zofia’nın Etik ve Ahlak dersi vermesinin nedeni de budur. Kendi hatasını aydınlatmak için çaba göstermek.
Dekolog Dokuz |“Komşularının, yakınlarının malına göz dikmeyeceksin”
Filmde Roman, hayatı boyunca iktidarsız olacağını öğrenip karısına isterse boşanacağını dile getirir. Karısı ona “Aşk, sadece yatakta her hafta beş dakika sevişmek değildir. Aşkı kalbinde hissedersin, bacaklarının arasında değil. Sahip olduklarımız, sahip olamadığımız şeylerden çok daha önemli.” Der. Aşkın ve sadakatin acının yoğun olduğu bir bölüm
Dekalog On | “Komşularının, yakınlarının malına göz dikmeyeceksin”
Diğer bölümlerle de en çok bağlantılı olan bölüm. (Dekalog Bir, Dekalog Beş)
Jery ve Arthur babaları ölünce, onlara bir servet değerinde ki pul koleksiyonunun kaldığını öğrenirler. Süreç boyunca oldukça açgözlü davranıp, aza tamah etmeyen kardeşler trajikomik bir sonla karşılaşırlar. Dekalog serisinin en farklı bölümü diyebilirim. Diğer bölümlerin melankolik havası yoktu. Diğer bölümlerin aksine ‘City Death’ isimli punk ile başlayıp, ve yine diğer bölümlerin aksine, Preisner’in müziğiyle değil, City Death ile sonlanır.
Herkesin önemli inançlara sahip olduğunu gösterip, aslında kimsenin hiçbir şeye inanmadığı bir dizi.