Yaşam, birnevi ölebilir olmak demektir. Yaşam düşüncesinin kendisi, bir kendinin farkında olma, kendini kavrama ve kendini yönlendirme duygusunu da beraberinde taşır. Yani insan ancak kendini dünya fenomeni içerisine yerleştirerek yaşam deneyimini kazanır. Dünyayı ve onun içindeki nesne ve olguları doğru…devamıYaşam, birnevi ölebilir olmak demektir.
Yaşam düşüncesinin kendisi, bir kendinin farkında olma, kendini kavrama ve kendini yönlendirme duygusunu da beraberinde taşır. Yani insan ancak kendini dünya fenomeni içerisine yerleştirerek yaşam deneyimini kazanır. Dünyayı ve onun içindeki nesne ve olguları doğru bir şekilde kavrayabilmesi, Ancak deneyim yolu ile kendisine özgü bir kavrayışla gerçekleşir. Neyin önemli olduğuna dair hiçbir duygusu yok gibi görünen ya da herhangi anlamlı veya düzenli bir yaşam biçiminden yoksun birine yöneltilen, "kendine ait bir yaşamın olsun" cümlesinde, yaşama ve dünyaya ilişkin bir anlayışa sahip olmanın üstü kapalı bir gerekliliği yatar. Yani kişi, yaşamını ancak kendi yaşamı olarak tanıma yeteneğine sahip olarak anlamlı kılabilir.
İnsanlar yaşam içerisinde zamanla var olurlar. Her gün gelişen kavrama yeteneği, yaşamın birliğine dair birleşen öğeleri, eylem ve tutumları yaşayarak; o yaşamı kendi yaşamı olarak görme duygusuna sahip olarak gerçekten var olabilirler. Bir yaşama sahip olmak demek, o yaşamın sınırlarına; neyin onun bir parçası olup, nelerin o kadar olanaklı olmadığına dair bir anlayışa sahip olmaktır. Aksi takdirde, ilk başta söylediğimiz gibi, bir yaşama sahip olmak demek, yaşamak demek değildir.
Yaşamak, ciddi problemler eksikliğinde yönünü ve manasını yitiren bir eylem. Düşünün, uğruna savaşacağınız, tutkuyla bağlanmış olacağınız hiçbir şey yok. Yaşıyorsunuz, bilinciniz açık. Fakat anlamıyorsunuz olan biteni, hiçbir şey geçmiyor aklınızın süzgecinden. Hani filmlerde olur, bir an gelir kişi kalabalık şehrin ortasında durur, herşey hızla etrafında akıp gitmeye devam eder. Yaşamın o fonksiyonunda, merkezini kaybetmiş bir şekilde sürükleniyorsunuz. Kim buna yaşamak der bilmem. Ben demiyorum.
İnsanların yaşama ait tanımlamaları izafi bir konu; fakat benim için koskoca bir açık hava hapishanesi. Adapte olamadım bir türlü. Oryantasyon sürecini atlatamamış yeni personel gibi hissediyorum. O ortamdaki insanları sevememiş, ortamı sevememiş ve tam bir kan uyuşmazlığı söz konusuymuş gibi. Yaşam bana göre istifa edip gidememek ile seni çıkarmamaları arafında işkence çekmektir.
Benim açımdan yaşamak duygusal. Belki biraz da mevsimsel. Mesela odam yazları daraldıkça daralıyor, kitaplığım zaten hep tetikte. Her an yüzüme bir kitap çarpacakmış gibi öylece duruyor. Sanki her zaman okumam lazım, yazmam lazım. Bu odadan çıkmadan insanlığın canına okumanın yollarını bulmam lazım. Doğum tarihimi dahi unutmaya çalışıyorum. Çünkü doğum tarihimi hatırladığımda üzerime çullanan yılların hesabını veremiyorum. Öylesine geçip gidiyor zaman. Belki de öldüğümde bir üşüdüğümü bir de sıcaktan bunaldığımı hatırlayacağım.
Tanrı bana sofra kurup sorular sorduğunda muhtemelen sıkça bu ikisinden şikayetçi olacağım. Üşüdüm ya da sıcaktan kavruldum. Taş olsam çatlardım. Ha, bir de migren ve uykusuzluk var. Geceler bitmek bilmesin diye uğraşan, zamanı durduran, bir karıncanın ayak seslerini beynime kazıyan baş ağrısı. Muhabbet derinleşir ve laf lafı açarsa sevdiğim kadından, okuduğum eserlerden, durmadan aynı yerde gezip tozduğum maceralarımdan da bahsederim belki. Belki çektiğim fiziksel sıkıntıların yanında ruhumda açılan yaralar cehennemde ceza indirimi almamı sağlar. Nefsi müdafaa derim. Mendilci çocuklardan almadığım her mendil, otobüste yer vermediğim her yaşlı, yalandan yüzüne güldüğüm her arkadaş, söylediğim tüm yalanlar, dinlediğim şarkılar, okuduğum okullar, kitaplar, yazdıklarım, uykularım, bildiklerim, unuttuklarım, bilmezden geldiklerim, bilmediklerim… hepsi nefsi müdafaa Tanrım. Tüm bunlar zorunluluktandı. Ben de bilirdim odamdan çıkmamayı. Tüm gün pencereden dünyaya bakmayı ve uzaktan uzağa insanların canına okumayı. Tapamadım Tanrım. Hem zaten bizi biz daha çocukken terk edip giden sen değil miydin? Çok üşüdüm. Cayır cayır da yandım. Un ufak oluyorduk Ya Rab. Un ufak!
Kitap mı? Bence güzel. Okuyun başucunuzda varsa.