8,5/10 Kendini haşereden bile küçük gören, haşere olmak isteyen bir adamın öyküsü. Pekâla bu kitabı daha önce iki kere okumayı denemiştim, ancak dili bana oldukça ağır ve kasvetli geldiğinden bitirememiştim. Şimdi ise oldukça kısa bir süre içinde bitirdim, umarım buna…devamı8,5/10
Kendini haşereden bile küçük gören, haşere olmak isteyen bir adamın öyküsü. Pekâla bu kitabı daha önce iki kere okumayı denemiştim, ancak dili bana oldukça ağır ve kasvetli geldiğinden bitirememiştim. Şimdi ise oldukça kısa bir süre içinde bitirdim, umarım buna bu hafta sadece Dostoyevski okumam sebep olmuştur.
Kitap 2 bölümden oluşuyor, yeraltından notlar ve anılar. Yeraltından notlar kısmında ahlak, etik, değişim, düşünce gibi genelgeçer kuramlardan bahsediyor. Belki öncesinde kitabı yarım bırakmamın sebebi bunları kavrayacak düzeyde olmamış olmamdır, bilemiyorum. Yalnız şunu söylemeliyim ki öncekinin aksine burayı büyük bir istekle okudum. Ayrıca bu kısım yazar gibi benim de kendimle tartıştığım, düşüncelere daldığım bir bölüm oldu. Uzun bir süre sonra kendimi sorgulamak, neyi düşündüğümü anlamaya çalışmak o kadar iyi geldi ki. Ancak sonuç olarak net bir kanıya varamadım bu yüzden bir daha okuyup, biraz daha düşünmek istiyorum
İkinci bölümde ise karakterimizin anıları anlatılıyor. Karakterimiz demekten hoşlanmasam da Dostoyevski isim belirtmemiş, bana da başka bir şey demek düşmüyor hâliyle. Ana karakterimizin içinde olduğu buhran ve bunun çevresine yansımasını okumak o kadar etkileyiciydi ki. Bu sırada üstün düzeyde empati yaparak kendimi karakter yerine koydum ve o aşağılanmışlığı, o ezikliği derinlerimde hissettim. Bu bölüm çok daha uzun sürebilirdi, ki sürmüş de ama biz bunları okuyamıyoruz zannımca. Kitabın son cümlesinden bu sonuca vardım.
Kendini haşereden bile aciz gördüğünden bahsetmiştim ancak bu hissiyat her zaman için geçerli değildi. Karakterimiz bazı anlarda 'ben okumuş,kültürlü ve aydın biriyim.' diye düşünerek kendini çevresindeki insanlardan üstün görüp kendini kanıtlama çabası içine girmekteydi. Bu ikililikleri karakterimiz kitap boyunca yaşıyor, bence bu kitabın sevilmesindeki ana etmenlerden biri de bu çünkü bir noktadan sonra insan kendini görmeye başlıyor kitapta dolayısıyla ister istemez sempati oluşuyor. Bende de oluştu hiç yalan söyleyemeyeceğim.
Karakterin kendinin ne olduğunu bilmesi de benim çok hoşuma giden yönlerden biri oldu. Yaptıklarını savunmuyor aksine kötü olduklarını bilerek kendini yerden yere vuruyordu. Başkası olsa buna onlarca bahane bulup bu davranışları 'istemeden' yaptığına inandırabilirdi ama yapmadı.
Son olarak kitapta geçen bir soru aklıma takıldı, size de sormak isterim. Sizce kolay kazanılmış bir mutluluk mu? Yoksa insanı yücelten acı mı daha iyi?
🎚️"Ben hasta bir adamım, kötü bir adamım. Suratsız bir adamım ben."
🎚️"Zaten, ben kimsenin yüzüne doğrudan doğruya bakamazdım. Bakışlarımı hep kaçırır; bir suçluluk duygusu taşır, sanki bir suçum varmış gibi davranırdım."
🎚️"Her kişinin anılarında sadece dostlarına söyleyebileceği, herkese açamayacağı yanlar vardır. Hatta dostlarına bile söylenemeyecek olan, insanın yalnızca kendisine söyleyebileceği sırları da olur. Bunların dışında, insanın kendine bile açamayacağı sırlar da vardır."
🎚️"Ben sert, asık suratlı bir bana tanırdım, Liza. Çok sertti ama kızının önünde diz çöker, ellerini ayaklarını öper, seyretmeye doyamazdı. Bir dediğini iki etmezdi kızının(...)Babalar kızlarına annelerden daha çok düşkündürler. Bunun için de bir kız, baba evinde çok mutlu yaşar."