10/10 “Kendini kabullenmelisin, nasıl o kişiye dönüştüğünü ve bunun kimin hatası olduğunu kabullenmelisin.” Kitapta Albert Espinosa’nın hayatı kanser olduğunda değişmeye başladı. On dört yaşındayken bir bacağını kaybetti, on altısında bir akciğerini ve on sekizinde de karaciğerinin bir parçasını. Hayatının on…devamı10/10
“Kendini kabullenmelisin, nasıl o kişiye dönüştüğünü ve bunun kimin hatası olduğunu kabullenmelisin.”
Kitapta Albert Espinosa’nın hayatı kanser olduğunda değişmeye başladı. On dört yaşındayken bir bacağını kaybetti, on altısında bir akciğerini ve on sekizinde de karaciğerinin bir parçasını. Hayatının on yılını bir kanserle yaşadı. Ondan hep kanseri nasıl yendiğini anlatmasını istediler, o ise kanserden neler öğrendiğini, öğrendiklerini nasıl yaşamına uyarladığı anlatmayı seçti. En kıymetlilerini paylaştı; sarılarını. Sarı dünyasını açtı herkese. Ölümün aslında nasıl mutlulukla bağdaştırılabileceğini gösterdi.
Albert hayatın bütününü dört bölüme bölerek, hayata dair düşüncelerini dört bölümde inceliyor. Başlangıç, Devam, Yaşamak ve Dinlenmek. Ve biz de okuyucular olarak onun hayatından neler öğrendiğini ve fikirlerini okuyoruz.
Düşüncelerimi yazmak istiyorum ama yaklaşık on dakikadır ‘ne yazabilirim?’ diye düşünerek ekranla bakışıyorum. Hani bir konuda fikirleriniz çok nettir ama ne diyeceğinizi bilemezsiniz, öylece kalırsınız kendi kendinize. İşte tam da şu an öyle hissediyorum diyebilirim.
Aslında hayat o kadar uzun değil, yaptığımız hatalar bizi biz yapan insanlarken neden geçmişteki kendimizden o hataları yaptığı için nefret ediyoruz veya yargılıyoruz?
Neden bize gösterilen gerçekliğe inanıp hayatımızı ona göre şekillendiriyoruz?
Tek küçük bir an bütün günümüzü mutsuz geçirmemizi sağlarken, neden küçük bir mutluluk bütün günümüzü mutlu geçirmemize yetmiyor?
Ya da biz neden kendimizi bile olabildiğince tanımıyor veya tanımaya çalışmıyoruz?
İnsanlar neden değişmekten korkuyor?
Eminim şu an neden birden böylesine sorular sorduğumu anlamıyorsunuzdur. Albert insanın her gün kendisine veya çevresine kayda değer beş soru sormasının aslında ne kadar da iyi bir şey olduğundan bahsetmiş. Hatta Albert tam olarak şöyle diyor “Yanıtlar seni iyileştirir. Sana yardımcı olur. Soru sormak hayatta olduğunu hissetmeye benzer. Sana yanıt vermeleri ise o bilgiyi nasıl kullanacağını bildiğine güvendikleri anlamına gelir.” Bende size kitaptan yola çıkarak beş soru sormak istedim. Albert’ın bu konular hakkındaki bütün düşünceleri kitapta var ve ben okurken öylesine şeyler öğrendim ki, hayata dair bakış açını değiştiren hatta bir noktada kendinle ilgili kafanda edinilen sorulara bile cevap bulabildiğin bir kitap.
Albert hayatındaki çoğu şeyi listelemiş ve bunu kendi hayatımızdan nasıl yapacağımız hakkında çoğu şeyi bize söylüyor aslında. İlk olarak yapmamız gereken bizi temsil eden bir renk bulmak. Bir boyama yapacak olsanız eliniz ilk olarak hangi renge giderdi? İşte o renk sizi temsil eden renk. (ben demiyorum Albert diyor) Ve sonrasında yapacaklarınız hakkında her şey kitapta mevcut.
Ama her şeyden önce birazda Sarı Dünya’dan bahsetmek istiyorum. Tabii ki Albert’in sayfalarca bahsettiği ve onun için oldukça önemli olan bir şeyi size birkaç cümle ile anlatamam ama onun tanımladığı birkaç paragraf ile tanımını yazmak istiyorum.
“Sarı Dünya benim bir yaşam tarzına, bakış açısına, iyi zamanlardan da kötü günlerden de ders alarak kendini geliştirme biçimine verdiğim ad.” Aynı zamanda bu dünyada kurallar diye bir şey yok. Albert’in Sarı Dünya’ya dair tek bir sloganı var o da “İnanırsan hayallerin gerçek olur.”
Düşüncelerime gelecek olursam eğer elimde olsa herkesin bu kitabı okumasını isterdim. Herksin bazı konularda kendisine karşı olan ön yargılarını yıkmasını, kendini kabullenmesini, çevresini kabullenmesini, kendi Sarı Dünya’sını oluşturmasını çok ama çok isterdim. Albert’ın düşüncelerini okurken gerçekten hayatın kısa olduğunun ve bizim bu kısalığa rağmen küçük şeyleri kafamızda büyüterek yaşadığımızın bir kez daha farkına vardım. Aynı şekilde korkularımız yüzünden ne çok şeyden çekinip, gördüklerimiz şeyler yüzünden acı kavramını büyütüp kendimizi nasıl bir kabuğa çektiğimizi anladım. Tabii ki bunların farkına varmak bir anda tüm dünyamızı değiştirebileceğimiz anlamına gelmiyor. Ama zamanla biz de Sarı Dünya’mızı oluşturamaz mıyız?
Hem Sarı Dünya hem de Sarılar hakkındaki fikirleri, hayata bakış açısı gerçekten çok güzeldi. Sarılar hakkındaki fikirlerini bir noktada anlasam da kafamda bazı soru işaretleri var. Ama açıkçası doğru konuşmak gerekirse hayatımda bir Sarı isterdim. Bir sırrını rahatlıkla söyleyebildiğin, hayatına çok şey katan bir insandan bahsediyoruz sonuçta. Kim istemez ki? Burada sandığınız gibi bir arkadaştan değil dediğim gibi bir Sarıdan bahsediyorum. İkisi arasındaki farkın ne olduğunu, aynı şekilde bir Sarıyı nasıl bulabileceğinizi kitabı okuduğunuzda anlayabilirsiniz.
O kadar çok paragrafın altını çizdim ki; hangisini yazsam diğerini yazamadığım için aklımın bir köşesinde kalacak gibi hissediyorum.
💫“Kayıpların bazen küçük, bazen büyük olacak. Ancak onları anlamaya, onlarla yüzleşmeye alıştığın taktirde kayıp olmadıklarının farkına varacaksın. Her kayıp bir kazançtır.”
💫“Bazen kendi ve kendi sorunlarımıza o kadar odaklanırız ki hayatımızın en büyük keşfinin eşiğinde olduğumuzu görmeyecek kadar körleşiriz.”
💫“Hayatta en önemli şey hayır demesini bilmektir.”
💫“İnsanı özel yapan sadece fiziksel veya zihinsel yeteneksizlikleri değildir. Başta da belirttiğim gibi hepimiz özeliz. Tek yapman gereken seni özel kılan yanların değerini bilmek.”
💫“Sekiz yaşındaki halini, on beş yaşındaki halini ve otuz yaşındaki halini aynı odaya koysak hemen hemen her konuda farklı fikirlere sahip olduklarını görürdün. Her biri verdikleri kararları haklı çıkarmanın bir yolunu bulurdu.”
💫“Önemli olan neyi seyrettiğin değil, seyrettiklerinden neyi öğrendiğin.”
💫“Hayallerin gökteyse ve onları gerçekleştirirsen ayaklarının yere basma zamanı gelmiştir.”
Son olarak birkaç bir şey daha yazmak istiyorum. Belki bazılarınız kitabı beğenirken bazılarınız beğenmez. Ama Albert’ın yirmi üç keşifinden en az bir tanesinin sizi düşündürüceğini düşünüyorum.
Aynı zamanda yorumumu yazmadan önce kitabı okuyan insanların yorumlarına baktım ve tahmin ettiğim gibi kimisi benim gibi düşünürken kimisi hiç beğenmemiş. Kimisi kendi Sarısını bulduğunu iddia ederken kimisi saçma bulmuş. Ama dediğim gibi ben kesinlikle en azından bir keşifin bile sizi düşündüreceğini düşünüyorum.
Çok çok uzun bir yazı olduğunun farkındayım. Açıkçası nasıl böyle uzun bir şeyler yazdım -ilk paragraftan da anlaşılacağa üzere genelde ilk cümlede ekrana bakan bir insan olduğum için- bende bilmiyorum. Ama kitabı okuyun. Belki de etrafınızda keşfetmeniz gereken ya da çoktan keşfettiğiniz ama farkında olmadığınız Sarılar vardır. Aynı şekilde Sarı Dünya’nız belkide sizi bekliyordur.