Spoiler içeriyor
Kitabın son sayfasını okurken bu kadar büyük bir şok yaşayacağımı tahmin etmiyordum. Gerçekten güzel ve bir o kadar da etkileyici bir kitaptı. Yazarın dilini çok beğendim hem merak unsurunu dozunda kullanıyor hem de kullandığı kelimeler ağır bile olsa çok yormuyordu,…devamıKitabın son sayfasını okurken bu kadar büyük bir şok yaşayacağımı tahmin etmiyordum. Gerçekten güzel ve bir o kadar da etkileyici bir kitaptı. Yazarın dilini çok beğendim hem merak unsurunu dozunda kullanıyor hem de kullandığı kelimeler ağır bile olsa çok yormuyordu, anlaşılır ve akıcı bir dili vardı.
Öncelikle Butimar'ın ne olduğundan bahsedelim:
Doğu mitolojisinin efsanevi bir kuşu olan Butimar, kıyıya çöküp denizi seyreder ve suyunu içemeden öylece beklermiş. O suyu içerse denizin kuruyacağından korkar bu yüzden de susuzluktan ölse de bir damla bile içmezmiş. Uçmaya yeltendiği vakit de hayal kırıklığına uğrar çünkü bu kuşların bir türü de başka bir kuşa aşıkken uçamazmış. Yani tüketmekten korktuğu şey onu tüketirmiş.
Butimar... Ah Butimar..!
Kitabın ilk sayfalarında bir psikiyatrist bizi karşılıyor. Danışanlarından daha kötü bir ruh halinde olan bu psikiyatristin cinsiyetini ilk başta anlayamamıştım bir ara erkek olduğunu düşündüm bir ara da çarşaf giyip topluluğa karışmasından dolayı kadın zannetmiştim. Yazarın amacı bu olabilir çünkü kitabın ilk sayfalarında gördüğümüz bu kişiyi kitabın sonunda tekrar görüyoruz ve gerçekten hiç beklemediğimiz bir şekilde karşımıza çıkıyor.
Bir gün danışanlarından biri olan Oktay Reisay ona, büyük dedesinin bir kadına yazmış olduğu mektupları getiriyor. Bu mektuplara göre de dedesi gayrimüslim bir kadına aşık olmuş ve yıllarca mektuplaşmışlar. Mektupların içeriğini çok merak etmiştim fakat çok akıllı (!) psikiyatristimiz o mektupları okumak yerine hepsini denize dökmüş ve bir muammaya sürüklemişti. Önemli olan dedesinin mektupları değil, büyük amcasının dedesine yazmış olduğu mektuptu çünkü sürekli rüyalarına girdiği Butimar adındaki kızı büyük amcasının dedesine yazmış olduğu mektupta görüyordu. Bu bir tesadüf müydü tevafuk muydu bilinmez.
Daha sonra geçmişe gidiyoruz taa Yusuf amcasının zamanlarına. Yusuf en yakın arkadaşı Behzad ve Ali Garbi ile birlikte Sakız Gölü'ne gider, oturur akşama kadar sohbet ederdi. Bir gün arkadaşına rüyasını anlatır ve rüyasında Butimar adında bir kızı gördüğünü söyler. Butimar'a aşık olmuştu ve bir gün onu görmeyi ümit ediyordu.
O dönemler köyleri rusların işgali altındaydı. Sürekli askerler etrafta dolanıyor ve halkı rahatsız ediyordu bu yüzden ailesi Anadolu'ya abisinin yanına gitmeye karar verir onun da gelmesini isterler fakat Yusuf bir gün öylesine gittiği Revan şehrinde rüyasında gördüğü kızı, Butimar'ı, görür bu yüzden de gitmeyi reddeder.
Butimar müslüman değildir bu yüzden kızın babası kızını vermemek için müslümanlığını bahane eder, aslında altında daha farklı bir sebep vardır.
Neyse öyle böyle derken Yusuf Behzad'ın da yardımıyla Butimar'ı kaçırır. Kaçırma esnasında bir olay daha yaşanır ve Behzad'ın hayatında bir değişim meydana gelir. Ben Behzad'ın hikayesini daha çok beğendim ve yaşadığı o değişimden sonra neler olduğunu çok merak ettim keşke yazar kitabın devamını getirse ve bizi bu konuda aydınlatsa.
Bu arada Yusuf simyaya merak sarmıştı zaten başına ne geldiyse bu merakından geldi. Herkes yapma etme dediyse de dinlemedi kendi kazdığı kuyuya kendi düştü.
Şu an kitap hakkında söylemek istediğim o kadar çok şey var ki. Çoğunu kitap değerlendirmesi yaparken konuşmuştuk fakat şu an aklıma geldikçe geliyor.
Çok güzel bir kitaptı ve her olay bir sonuca bağlanıyordu. Çok karakter tanıdık: Baba Abdullah, Sağır kız Hatice, Kamer, Kitapçı, Galust, Saveçya, Hrant, Göğçe ana, Mahmut Ağa, Dul Zekiye'nin kaynı, Badımcan... Her birini anlatsam çok uzun bir yazı olur ama yoruldum.
Tasavvufi yönü ağır basan bir kitaptı. Yusuf ve Butimar'ın aşkını anlatıordu fakat sadece aşk romanı dersek diğer karakterlere haksızlık ederiz.
Demem o ki okuyun, okutturun.