rutin bir hayat, küçük alışkanlıklar, rafine zevkler.. günümüz dünyasında bedenimizin ruhumuzdan bir adım önde olduğu şu dönemlerde herkesin hayatına biraz olsun dinginlik sağlayabileceği güzel seçenekler. üst üste gerilim filmleri izledikten sonra inanılmaz iyi geldi. dinlendirici bir etkisi var filmin. ayrıca…devamırutin bir hayat, küçük alışkanlıklar, rafine zevkler.. günümüz dünyasında bedenimizin ruhumuzdan bir adım önde olduğu şu dönemlerde herkesin hayatına biraz olsun dinginlik sağlayabileceği güzel seçenekler. üst üste gerilim filmleri izledikten sonra inanılmaz iyi geldi. dinlendirici bir etkisi var filmin. ayrıca ben de bohem bir hayat yerine rutin bir yaşamı tercih ederim her zaman. yarın ne yapacağım az çok belliyse rahatlarım. bu durumun talihsizliği de alışkanlıklar bir şekilde bozulursa çok can sıkıcı oluyor. tam burada iddiasız bir yaşamı izledik yorumunda bulunacaktım aslında ama sonra iddiasız bir yaşamı seçmek ve değişmeden onu her gün yaşayabilmenin çok iddialı olduğunu düşündüm. sonuçta bir kafeye girdiğinde "her zamankinden mi?" sorusunu duymak insanı ister istemez mutlu ediyor.
diğer yandan ilacı zehirden ayıran da onun dozu. rutin bir hayattan kasıt hiçbir zaman monotonluk maratonunda koşturmak olmamalı. nitekim okuduğun kitaplar, izlediğin filmler hakkında konuşacak kimsen yoksa bu aktiviteleri uzun vadede devam ettirmek çok zor olacaktır. ne olursa olsun hayatı güzelleştirecek, heyecan katacak durumları da o yaşama dahil etme cesaretini göstermek lazım. filmde izlediğimiz karakterinde böyle olduğunu düşünüyorum. sıcakkanlı, güler yüzlü bir insandı. yeğeninin ona kalmaya gelmesinden rahatsız olmak yerine koşullara uyum sağlayıp keyifli bir arkadaş ilişkisi kurdu. nitekim sonlara doğru yine kurduğu bir alışkanlık da vardı. hayatın verdikleriyle kendi isteklerini bir potada eritip böyle bir düzen kurmak takdire şayan. sabahın köründe işe giderken sevdiği şarkıyı açıp mutlu olabilen sayısı çok azdır. bir kitapçıya girip dolaşmak, yemek yerken gökyüzünü seyretmek, resim biriktirmek gibi küçük anlardan sevinç çıkarabilmek için sanırım hala kaybolmamış bir ruha sahip olmak gerekiyor. aşılmaz beklentiler, arşa çıkmış istekler arasında çıkmaza girdik. ufak bir gülümseme için çok şey harcamak zorunda kaldık. lakin sadece çevremize bakıp ufak bir çocuğun hareketinde de yaşayabilirdik bunu.
filmde dikkat çeken bir noktada işini severek yapmaktı herhalde. işi için kendi alet edevatı olan bir insanı izledik. işine saatinde gelip en iyi şekilde yapmaya çalışan bir insan. öteki vardiyanın sahibi olan çocukta da net bir şekilde görüyoruz liyakat ve işe saygının içini boşalttığımızı. kendi ülkemizde her seferinde tekrar kirleneceğini bile bile tuvaletleri pırıl pırıl yapan değil de belediye başkanına en güzel yalakalığı gösteren iş sahibi oluyor. sonra da umumi tuvaletleri bok götürüyor. ifadeler çirkin olabilir ancak ülkenin gerçeği bu..
bir başka sevdiğim kısım ise abimizin her aldığı kitap hakkında kitapçının bir fikri olmasıydı. yani ne var bunda diyebilirsiniz ama öyle kitap işletmeleri var ki sattıkları hakkında en ufak fikri olmayan. işini severek maddi kaygı olmadan yapan insanların nesli tükeniyor. herkes nefret ettiği işlerde çalışıp... laf lafı açıp fight club'a kadar geldiyse bitirme zamanımız gelmiş bu gönderiyi.. bu kısmı balkonda cırcır böceklerinin sesi eşliğinde bir yaz gecesinden maksimum verim alarak yazdığımı da eklemem gerek.
hulâsa başrol abimizin oyunculuğu çok iyiydi. bütün duygularını içten bir şekilde yansıtmış. arkadaş olası geliyor insanın. son sahnede de şov yapmış. şahsen tek sorunum tuvalette çalışan diğer çocuktu. lavuğun iticilik 10 üzerinden 9 falan. umarım başka filmlerde görmem. ancak ben bu filmi çok sevdim, sevmesem zaten bu kadar bile yazmam. size de tavsiye ederim, zaten çok gündem oldu bu ara..