Alain Delon'un vefatı üzerine açıp bir kez daha izlemeye karar verdiğim o şaheseri naçizane yorumlamak istedim. Saygılar ve sevgiler. René Clément'in "Kızgın Güneş" (1960) filmi, diğer her yapımdan farklı olarak, insanın aklına karşı konulamaz derecede tatmin edici bir dünyevi zevk…devamıAlain Delon'un vefatı üzerine açıp bir kez daha izlemeye karar verdiğim o şaheseri naçizane yorumlamak istedim. Saygılar ve sevgiler.
René Clément'in "Kızgın Güneş" (1960) filmi, diğer her yapımdan farklı olarak, insanın aklına karşı konulamaz derecede tatmin edici bir dünyevi zevk bütünü olarak oturan ilk filmlerden biridir. Bu zevkin gücünü seyirciye ilk olarak, filmin orijinal ismi olan ve birçok sahnesinin de onun yardımları ile çekildiği Akdeniz güneşini ima eden, "Plein Soleil" başlığını kullanarak aktarmışlardır. Amerika'da vizyona ilk girdiğinde "La Dolce Vita" tarzı bir çöküş ve "New Wave" modasına uygunluk açısından, zengin otel odaları, lobileri, taze yakalanmış balıklarla dolu limanları, güneşin altında endişesizce geçirilen uzun öğleden sonraları, bronzlaşmış vücutlar, sınırsız yat gezileri, denizin masmavi tonları, bol miktarda kum ve güneş ile lüks Akdeniz yaşamının muazzam kalitede bir reklamı rolünü oynamıştır. (Zira burada cömert ayrıntılarla örneklediğimiz İtalya artık kaybolmuş bir turist rüyası, başıboş Amerikalılar için ise bir cennettir.)
"Kızgın Güneş" yapımı, "kara film"in tam tersidir. Burada karanlık bir hava yoktur, her şey açık ve nettir. Filmin her karesi Henri Decaë'nin etkileyici sinematografisi ile doldurulmuş ve tadına varılması için izleyicisine adeta yalvarmaktadır. Renk ayarı katlanılmayacak derecede güzeldir. Yanlış anlaşılmasın, burada bir Hollywood fantezisini tasvir etmiyorum. Tasvir ettiğim şey kesinlikle bu filmin, seyir zevkinin hâlâ daha önemli olduğu ve sanatın sanat için icra edildiği dönemden gelen naif dokulara sahip olduğudur. Arzu ve kıskançlığın o rahatsız edici etkileri olmadan izlenebilecek bir filmdir "Kızgın Güneş", dolayısıyla filmin sonunda Tom Ripley'i anlamayız; fakat o ne istiyorsa biz de onu isteriz.
Uyarlandığı kitabın birçok ayrıntısını yeniden işleyecek özgürlüğe sahip olmasına rağmen, film Patricia Highsmith'in "Yetenekli Bay Ripley" (1955) isimli eserine oldukça sadıktır. Highsmith'in olay örgüsüne gereksiz eklemeler yapmamanın yanı sıra, Ripley'i acınacak bir figüre dönüştürmemiş, hatta ve hatta filmi onun yanlış yönlendirilmiş özlemleri üzerine detaylı bir eleştiriye indirgememiştir. (Highsmith de Ripley'nin güdülerini eleştirmekten çok onları okuyucusu ile paylaşmaktadır.) Delon ise Highsmith'in karakterinin özünü başarılı bir şekilde yakalamıştır. Karakteri kendini film süresince keşfeder, son olarak masum ve keyifli bir doğaçlama haliyle bir tür katilliğe açılan o yolu bulur.
Film, René Clément'in kariyerinde belirleyici bir dönüm noktasıdır. Mükemmel bir teknisyen olan Clément, mimarlık eğitimi almış ve sinema dünyasına ilk adımını kameraman olarak atmıştır. İlk yönetmenlik çabaları arasında bir dizi belgesel ve kısa film vardır ve ilk başarıları arasındaki "La bataille du rail" (1946), "Yasak Oyunlar" (1952), ve "Gervaise" (1956), onu güçlü bir anlatı inşa etme dürtüsüne sahip, gerçekçi ve yetenekli bir yönetmen olarak dünyaya tanıtmıştır. Clément tüm yeteneklerini "Kızgın Güneş" eserinde sergilemiş, fakat bu eseri, önceki çalışmalarına kıyasla olumlu ve hümanist değerlerinden oldukça uzak bir bağlamdadır.
Usta belgeselcinin gözü filmdeki belirgin ve gerçekle olan o sert temas hissini filmin ikna ediciliğinin büyük bir kısmını oluşturmak için kullanmıştır. Clément bize sadece iki adet hızlı ve vahşice işlenmiş cinayet göstermez, bir cesetten kurtulmanın ne kadar zor olabileceğini de tasvir ederek bu zorlu süreci seyircisine adeta yaşatır. Usta oyuncuların çalışmaları da bu ikna ediciliği, doğal olarak, ikiye katlamıştır. Oyuncuların fazla teatral oldukları noktalarda bile sunumları, gündelik hayatı bir performansa dönüştüren ve ayrıcalıklı bir sınıfın ayrıcalıklı yapaylığını taşıyan bireylerin o bahsettiğim otantik teatralliğini korur. Dekor ve oyunculuk, Tom ve Philippe'in Roma'daki kasabada karşılaştığı açılış sahnesinden itibaren, Clément'in "Yasak Oyunlar"ı ve "Gervaise"in 19. yüzyıl Paris sokak sahnelerinde gösterdiği o ustalık ile kusursuz bir şekilde harmanlanmıştır. Ayrıca, Highsmith'in kitabında bulunmayan bazı ögeleri de eserine ekleyerek tatil kasabalarındaki merkezi kişiliklere destek vermiş, sadece çevresel figürler olsalar da gerçek bir ortamın sinematik tasviri için vazgeçilmez birer parça olduklarını herkese göstermiştir.
Buradaki senaryo mükemmel bir uyarlama çalışmasıdır. Seyircileri olarak bizler, bu karmaşık durumun köküne zahmetsiz bir açıklama aracılığıyla kolayca ineriz. Clément birçok noktada Highsmith'in eserindeki "hiçbir şekilde savunulamaz" olan o makullük boşluklarını da geliştirerek seyircisine sunmuştur. Bu alanda, Eric Rohmer ve Les Cousins için "The Sign of Leo"yu ve Claude Chabrol için "À Double Tour"u yazan ve bu sürece "New Wave" şıklığını katabilecek olan Paul Gégauff'un yardımına başvurmuştur. Fakat Gégauff'a ve kadın düşmanlığına burada girmeyeceğim.
Film Clément'e, kısa bir süreliğine de olsa Fransız Hitchcock ününü kazandırmış, kendisinden sonra başarısı giderek azalacak bir yol açmıştır. Tekrarını neredeyse hiçbir filmde bulamadığımız o nitelik ise "Kızgın Güneş"in eşsiz zarafetidir: Hafif bir dokunuş, zalimlik, kıskançlık, yatıştırılamayan bir özlem ve komik bir coşku... Bu kadar farklı ve çeşitli birçok unsurun kaynaştırıldığı bir yapımın yeniden yakalanmasının imkansız olması, bana göre hiç de şaşırtıcı bir haber değil. "Kızgın Güneş" tekrar tekrar açılıp izlenmeye müsait ise şayet, bunun nedeni onun seyirciye verdiği kendine özgü ve sinsi zevki başka hiçbir yerde bulamamamızdır.