Spoiler içeriyor
30 Ağustos, tarihimizin en derin, en anlamlı günlerinden biridir. Bu gün, yalnızca bir askeri zaferin ötesinde, bir milletin varoluş mücadelesini, bağımsızlık uğruna gösterdiği azim ve kararlılığın destanıdır. Atatürk'ün Nutuk'ta da dile getirdiği, “Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir” sözü, aslında bütün…devamı30 Ağustos, tarihimizin en derin, en anlamlı günlerinden biridir. Bu gün, yalnızca bir askeri zaferin ötesinde, bir milletin varoluş mücadelesini, bağımsızlık uğruna gösterdiği azim ve kararlılığın destanıdır. Atatürk'ün Nutuk'ta da dile getirdiği, “Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir” sözü, aslında bütün bir milletin karakterini, ruhunu ve direniş gücünü yansıtmaktadır. Bu karakter, 30 Ağustos Zaferi ile hayat bulmuş, bir millet, köleliğe ve esarete karşı boyun eğmeyerek, tam bağımsızlık yolunda azimle yürümüştür. Ancak bir husus vardır ki, bu milletin, çağımızın kendini “modern” sayan torunları; tarihini, geçmişini ve gerçeğini bilmeden kutlar bu kutlu günleri. Neydim demeden, araştırmadan, kitle psikolojisinin adeta kölesi olmuşçasına her yere yapıştırır “Kutlu Olsun!” mesajlarını. Araştırmasına gerek yoktur zaten, hazıra konmacılık, yapaylık ruhuna işlemiştir. İşte tam da bu yüzden kuru bir kutlama mesajıyla geçmeyi kendime yakıştıramadım ve Falih Rıfkı Atay'ın 30 Ağustos Anıları'nı ileterek kendi platformumu etkin kullanmak istedim. İstemeseniz de okuyacağınızı biliyorum.
Başkomutanlık Meydan Muharebesi, Kütahya'ya bağlı Dumlupınar yakınında 30 Ağustos 1922’de Türk ve Yunan ordusu arasında yaşanmıştır. Bu meydan savaşı, yapıldığı yerin ismi olan “Dumlupınar” ismiyle de anılır, Kurtuluş Savaşı’nın son büyük savaşı ve Türkiye açısından zaferi simgelediği gerekçesiyle aslen “Zafer Bayramı” ismiyle, ulusal bayram olarak kutlanmaktadır.
Türkiye ordusunun Yunanistan ordusuyla nihai karşılaşması ise Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni de kapsayan “Büyük Taarruz” olarak bilinir. Büyük Taarruz 14 Ağustos 1922'de kolorduların Batı’ya doğru yürüyüşe geçmesiyle başlamış, 9 Eylül'de ordunun İzmir'e girmesi ve 18 Eylül'de Yunanistan ordusunun Anadolu'yu tamamen terk etmesiyle sona ermiştir.
Ordunun başkomutanı Mustafa Kemal, kolorduların harekete geçmesinden sonra 19 Ağustos günü Ankara’dan ayrılmış ve Akşehir’e gitmiş, taarruz emrini ise 26 Ağustos 1922, Cumartesi sabahı vermiştir.
“Mustafa Kemal’in Mütareke Defteri”, Falih Rıfkı Atay’ın Kurtuluş Savaşı ilgili anılarından oluşur. Atay, bu eserde aktardığı ve günü gününe tuttuğu notlara daha sonraları anımsadıklarını ekleyerek oluşturmuştur.
Her ne kadar bu kitap Mustafa Kemal'in mütareke, yani savaş sonrası barış günlerine ait anıları kapsasa da, kitaba alınan bölüm 24 Ağustos gününden başlar. Mustafa Kemal’in gizlilik içinde Ankara’dan ayrıldığı, haberler sağlıklı bir biçimde İstanbul’a gelmediği için, Atay'ın deyimiyle "müphem", yani belirsiz günlerin yaşandığı haftadır bu hafta.
Aşağıda okuyacağınız tarihçe, 30 Ağustos zaferinin ilk yıl dönümünde Falih Rıfkı Atay tarafından “Akşam” gazetesine yazılmıştır. 24 Ağustos’tan 30 Ağustos’a kadar geçen bir hafta içinde Türklük kaderinin ne denli bir hızla döndüğünü gösteren bu tarihçeyi, o günleri görmemiş olanlar için tekrarlayalım.
24 Ağustos
Gazeteler, Fethi Beyin Londra’daki şeriat (şartlar) ve teklifatından bahsetmektedir. “Lifild” ajansının bir tebliğine göre, Llyod George Mart teklifatının reddedildiği Türklere bildirilecektir. “Akşam” gazetesinin bu serlevhası (manşeti): “Konferansa ne zaman davet edileceğiz?”
25 Ağustos
Venedik’te aktedilecek konferans hakkında henüz hiçbir tebliğ olmamıştır. İngiliz sansürü tarafından bazı şartları tayyolunan (değiştirilen) bir havadise göre, konferansa Ankara hükümeti ve Babıali davet edilecektir. Babıali murahhaslarına ya İzzet veya Tevfik Paşa riyaset edecektir.
26 Ağustos
Her gün olduğu gibi, matbaada çalışıyoruz. Henüz Çatalca üstüne yürüyen Yunan fırkalarından endişe içindeyiz. Bir rivayete göre, eğer biz son teklifleri reddersek, Yunanlılar İstanbul'u alacaklar. Bütün ümit Fransız işgal ordusunun ve siyasetinin mukavemetine bağlıdır. Henüz Saray Babıali ve hepsinin fevkinde Kroker Otelinin saltanatı var. Rum ve Ermeni sansürlerinden geçirebilmek için yazılarımızı bin itina ile yazıyoruz.
Ankara yolcularından bermutat (alışıldığı üzere) hazırlık ve harp haberleri alıyoruz. Bu haberlere kendilerinin de inandığı yok. Fakat hemen herkesin kafasına şu ‘fikr-i sabit’ yerleşiyor. Bu sonbaharda eğer Ankara iyi kötü bir harekette bulunmazsa, kışın Anadolu'yu tutmak mümkün değildir. Ordunun siperler içinde bir kış daha geçirmeye tahammül edeceğinden şüphe ediyoruz. Usanç umumidir. Zafer kelimesi ancak politika edebiyatının ağzında, salâhiyet sahibi zannettiklerimizin hemen hepsi bizim bir taarruz teşebbüsümüzün cinnet olduğu kanaatindedir. Sonra öğrendik ki, Ankara'da dahil vaziyet daha başka türlü değildi. Zafere iman etmiş olanlar orada da ekall-i kalil’idiler (azınlıktırlar). Bir gözümüz Çatalca’da, bir gözümüz Londra'da. Siyasetin ânı bir kararını bekliyoruz.
*Ne yapacağız?" Hepimizin dilinde bu acı sual var, saat on bire geliyor. Arkadaşlarımızdan biri odadan içen girdi, yüzünde sır taşıyanlara mahsus bir acayiplik göze çarpıyor.
*Size Hilâl-i Ahmer’den (Kızılay'dan) bir havadis getiriyorum, fakat son derece ihtiyat ile yazalım, doğru çıkmayabilir," dedi. Havadis şuydu:
“Bugün öğleyin şehrimizin salahiyettar (yetkili) menabiinde (kaynağında) Kocaeli mıntıkasında Türk ordusu tarafından harekât-ı muhimme-i askeriye icrasına başlandığı söylenmekte idi. Vakit geç olduğundan dolayı bu harekâtın bir taarruz mukaddemesi (başlangıcı) mahiyetinde olup olmadığını tahkik edemedik. Havadisimizin mevsukiyetine (kesinliğine) itimat etmekle beraber, karilerimizin (okurlarımızın) tebliği resmilerimize intizar (öngörü) etmelerini tavsiye ederiz. Haber doğru ise, Allah ordumuzla beraberdir, neticeye itminan (inanış) ile muntazır (bekleyen) olabiliriz."
Ve tam altında Ajans Röyter'in bir tebliği “Murahhaslar Venedik’te ya Saray-i kralide yahut Lido adasında içtima edeceklerdir.”
27 Ağustos
Roma’dan bir küçük telgraf var. “Menderes vadisinde Türk ileri hareketi teeyyüd ediyor (askeri yönden güçleniyor)."
Atina'dan gelen başka bir telgrafta deniyor ki: “Türkler vakıa cephenin bazı noktalarında kuvvetsiz müsademelere (çarpışmalara) teşebbüs etmişlerdir. Bu faaliyet ehemmiyetsiz müsademeler mahiyetindedir."
Hilâli Ahmer’den, Fransız mehafilinden (loncasından), her taraftan tahkik ediyoruz. Muhbirler havadissiz dönüyor. Akşama kadar öldürücü bir merak içindeyiz. Havada asabiyet var.
28 Ağustos
Anadolu, telgraf ve posta muhaberatını tatil etmiştir. Motorlar ve kayıtlar Anadolu ile İstanbul arasında münakalâttan menolunmuştur. Ve ilk doğru haber “Ordumuz Afyonkarahisar cephesinde Yunan hatlarına taarruz etti.” Yunan tebliği ise mütemadiyen muvaffakiyetsizliğimizden geri çekildiğimizden, bazı kariyerlerini birer müddet işgal ettiğimizden bahsediyor.
Istırap içinde eziliyoruz. “Muvaffak olamazsak her şey bitti değil mi?" Bu suale herkes 'Evet!' cevabını veriyor. Ya Mustafa Kemal Paşa, o nerede? Herhalde taarruzu bir maksada veriliyor. Bazıları diyorlar ki “Meclisteki muhaliflerden o kadar bıktı ki, herçebadâbat (her ne olursa olsun) bir harekete geçti." Bu herçebadâbat sözünü reise bu türlü yakıştıramıyoruz. Muhakkak bir bildiği, bir düşündüğü var. Fakat nedir? O esnada bu lâhza onun beynindeki esrara vâkıf olmak için canımızı vereceğiz. İstanbul’u taarruzun muvaffakiyetinden sonraki meserretten ziyade bu ric'atten (geri çekilmeden) sonraki facialar işgal ediyor. Sokakla ecnebi askerlerini bize yemeğe hazırlanan canavarlar gibi görüyoruz.
29 Ağustos
Anadolu hâlâ susuyor "Akşam"da rivayet kabilinden bu havadis; "Bir habere göre askerlerimiz Afyonkarahisar’a girdiler." Fakat altında meseleyi tasrih ediyoruz; "Bu sabah telgrafhane hiç bir malûmat almamıştır. Yunanlılar öğleye kadar hiçbir tebliğ vermediler."
30 Ağustos
Anadolu tebliğleri karanlık içinden ilk ışıkları getirdi Dört sütun büyük serlevha ile şu havadis veriliyor "Ordumuzun sol cenabı düşmanın bir seneden ben tahkim ve tel örgülerle takviye ettiği üç sıra siperden mürekkep müstahzar (hazır) mevazii tamamen zaptederek süngü hücumlarla Afyonkarahisar'a girmiştir. Üsera (esir) ve ganaim (ganimet) pek çoktur.”
Rivayet, istediğimiz kadar: Eskişehir’i zapt etmişiz. Bilecik boğazı ateşimiz altında imiş. Bu akşam gazetesi bizi fersah fersah geçiyor. Hattâ Uşak'ın alındığını bile yazmak gayretkeşliğine düşüyor. Aramızda şöyle konuşuyoruz: “Anlaşılıyor ki Uşak-Bursa hattını alacağız. Şimdiden meseleyi bu kadar büyütmeye ne lüzum var? Ahali muvaffakiyetimizin derecesini ölçmek imkanlarını kaybedecek."
Bu gazetenin havadisleri muhayyel, buna şüphe yok ve biz meslek, biraz da siyaset endişesiyle onun bu yaygarasından sıkılıyoruz. Meğer o gün Yunan ordusu artık yokmuş. Hakikat, Akşam uydurucusunun hayalini bile geride bırakmış. Meğer o gün İzmir'e doğru yürüyormuşuz.
(Sığmadığı için devamı yorumlarda.)