Afrika'nın Hiçbir Yerinde veyahut Afrika'da Bir Yerde adına ne derseniz artık. Stefan Zweig'in romanından uyarlanmış, gerçek bir yaşam öyküsüne dayanan bu film. Zaten bahse konu film Yahudi soykırımını konu alıyorsa ''gerçek yaşamdan uyarlanmıştır.'' ibaresi gayet normal geliyor. Kitaptan bu filmle…devamıAfrika'nın Hiçbir Yerinde veyahut Afrika'da Bir Yerde adına ne derseniz artık. Stefan Zweig'in romanından uyarlanmış, gerçek bir yaşam öyküsüne dayanan bu film. Zaten bahse konu film Yahudi soykırımını konu alıyorsa ''gerçek yaşamdan uyarlanmıştır.'' ibaresi gayet normal geliyor. Kitaptan bu filmle beraber haberim oldu, belki bir gün okumak isterim. Eminim Zweig filmden daha iyi aktarmıştır duyguları.
2 gündür Afrika'da geçen, adında Afrika olan filmler izliyorum. Denk geliyor sadece. Öyle özellikle seçtiğim bir şey değil. Neyse bu mesele çok önemli de değil. Biz film hakkında konuşalım.
Bilmiyorum, belki bu tür filmlerden hepimiz sıkılmışızdır. Yahudilerin veya sevenlerinin sürekli bunları masum gösterme çabasından. Ve bu masumiyeti (!) burnumuza burnumuza sokmalarından. Tabii bu film bence bu konuda göze parmak, ''tamam, en çok zulmü siz gördünüz. en masum sizsiniz.'' dedirten bir film değildi. Nazi zulmünden, Yahudiler'in uğradığı soykırımından daha çok bir ailenin dilini, kültürünü, hiçbir şeylerini bilmedikleri bir toprakta fakir bir ülkede kısmen yoksul bir aile olarak yaşamalarına odaklanıyor. Eh burada da 'Efendi' oluyorlar. Çünkü siyah her zaman köledir. Beyaz, siyahi sömürüyor. Siyahın erkeği kadınını sömürüyor. Ne boktan bir düzen!
Henüz daha iç karışıklık başlamadan o zamanlar İngiltere sömürgesi altında olan Kenya'ya sığınan Redlich ailesi 3 kişilik bir aile. Baba Walter Redlich, anne Jetter Redlich ve kızları Regina Redlitch. Kendine çok uzak olan bir yerde hayata tutunma ve yaşamaya alışma çabası...
Daha çok anneyi ve kızını izliyoruz filmde. Jetter geride bıraktığı ailesini özlediği, buradaki insanlara uyum sağlayamadığı, belki de onlara tepeden baktığı için mutlu olmakta hep zorlandı, uyum sağlamakta epey geç kaldı. Jetter'a hak versem de ara ara sinir olmadan edemedim. Regine ise henüz küçük bir çocuk olduğu için annesinin tam tersine daha kolay adapte oldu bu farklı ve vahşi yaşama.
Savaşın izlerinin bir şekilde taşındığı bu filmin coğrafyasında çalkantılı ilişkiye sahip bir ailenin bir arada kalma çabasını ve ilişkilerini ayakta tutmak için verdikleri uğraşları da görüyoruz. Bu tür uzaklaşmalar aileyi ve aralarındaki sevgi bağını epey etkiliyor sanırım.
Filmde çok öyle dikkatimi çeken bir şey olmadı. Bir derdi olan, duygusunu bağıra bağıra göstermek isteyen, kendini anlatmak için baya çaba gösteren ama bunu yaparken de bazı şeyleri fazla uzatan bir filmdi. Artık bir noktadan sonra sıkıldım ve süreyi takip etmeye başladım. Çünkü net bir olay gelişmiyordu ve aynı olaylar, problemler dönüp dolaşıyordu. Değişen tek şey zamandı filmde.
Çok fazla karakteri olduğunu söyleyemem filmin. Benim en sevdiğim karakter ailenin aşçılığını yapan Owuor oldu. Owuor kendini belli etmese de bilge bir karakterdi. En azından bu coğrafyayı aileye göre çok daha iyi tanıyordu, neticede yaşadığı topraklar. O yüzden ailenin sadece aşçılığını değil, yol göstericiliğini de yaptı. Başta Regina olmak üzere aile ile kurduğu derin bağ mükemmeldi.
Aile bağları, yaşam, düzeni terk etme falan filan konulu bir film izlemek isterseniz buyrunuz. Fazla melankoliye ve ağırlığa hazır olmanızı tavsiye ederim. Rahatsız olacaklar için filmde birkaç sevişme sahnesi bulunuyor.
‘‘Senden ineğini çalsalar onu öldürüp yerler. Onu bir daha göremezsin, unutursun. Fakat senden toprağını çalarlarsa onu gidip görebilirsin. Toprağını unutamazsın.’’