1930'lı yıllarda Avustralya'nın çöllerinden koparılmış, çalınmış bir nesilin ve bu çalınıp ait oldukları kültürlerinden koparılmaya itiraz etmiş, direnmiş üç küçük kızın hikâyesi... Konu tanıdık, maalesef ki ırkçılık... Her zamanki gibi yine üstün(!) ve fazla yardımsever beyaz ırkın lütfettikleri şahane(!) ötesi…devamı1930'lı yıllarda Avustralya'nın çöllerinden koparılmış, çalınmış bir nesilin ve bu çalınıp ait oldukları kültürlerinden koparılmaya itiraz etmiş, direnmiş üç küçük kızın hikâyesi...
Konu tanıdık, maalesef ki ırkçılık... Her zamanki gibi yine üstün(!) ve fazla yardımsever beyaz ırkın lütfettikleri şahane(!) ötesi iyilikleriyle melez siyahları medeniyetle tanıştırarak kurtarma çabalarını izliyoruz film boyunca. (Namıdiğer asimile etme girişimleri...)
Bu denli kurtarılası gördükleri neymiş ki derseniz... Tabii ki medeniyetsizlikmiş, sefillikmiş... Peki nedir bu, çok korkunç medeniyetsizlik, sefillik? Doğayla bütün olmak, tabiatın göğsünde yatıp kalkmak, ıssız çölün derinliklerinde ateş başında bağdaş kurup türküler söylemek... Bunlar ne kadar da medeniyetsiz şeylermiş öyle, adeta şok olduk izlerken🤦🏻♀️
Bir de bunun iyilik olduğunu savunmaları o kadar ürperticiydi ki... İnsanlar kendi doğruları uğruna ne yanlışlar yapıyorlar.
Konu ve oyunculuklar iyiydi. Siyahi Aborjin çocuklarını bu kusurlardan(?) ayıklamayı kendine borç bilmiş, adeta iki ayaklı beyaz bir silgi gibi siyahilerin ten renklerini, geçmişlerini, dillerini, kültürlerini, inançlarını silip değiştirmeye çabalayan koruyucu beyaz adamın, Neville'nin güya yaptığı onca iyiliklerin anlaşılmamasından ve kızların bu baskıya direnip topraklarından, köklerinden bir türlü kopmayışlarına, toplama kampında siyahileri eğitmek adına dayattığı İngilizce ve İncil'i kabul etmeyip bu iki nimete(!) burun kıvırışlarına duyduğu elemi iyi yansıtmıştı o beyaz şeytansı karakteri canlandıran oyuncu.
Küçük kızların oyunculukları da güzeldi. Molly'nin kampta tüm o yabancı kültür ögeleriyle ruhlarının zehirlendiğini hissetmesi, ait oldukları toprakla bağları, doğanın dilinden anlayabilen o yanları iyi işlenmişti.
Ama sinematografik açıdan film iyi değildi, pek çok sahne daha iyi işlenebilirdi. Konusuna göre durağan kalmış, biraz daha aksiyonu hissedilebilmeliydi diye düşünüyorum. Yolculuk mesela... sanki yürüdüler, oldu bitti gibi, çocuk olmalarına rağmen öyle bir yolculuğun zorluğu çok basit anlatılmış. 9 haftanın yıpratıcılığı, açlığı, susuzluğu, yorgunluğu biraz daha iyi işlenebilirdi. Kömür gibi pişmiş bir hayvanın bacağını mı, kuyruğunu mu ne kemirdilerdi, artık o mu enerji verdi de yola devam edebildiler, çözemedim 😅
Bu tarz hikâyelerde bence en üzücü yan ihanetin hep en yakınlardan gelmesi, en çok bu yaralıyor insanı... Zulüm görene ihanet eden yine bir başka zulüm gören... Gerçi bir nebze anlaşılabiliyor, sevdiklerini korumak için mecbur kalabiliyorlar ama yine de herkes kendi derdinde, kendi çıkarında olup diğerlerini önemsememesi üzüyor insanı. Diğer yandan bu film özelinde malum izci içten içe duruma seviniyor gibiydi de. Birtakım karmaşık duygular, çetrefilli ruh hâlleri... ne diyelim
Filmin düşündürdüğü bir şey de şu vardı bence. Talep edilmeyen yardım gerçekten yardım olabilir mi, sahiden yardım sağlayabilir mi ya da daha da önemlisi, böyle bir yardım insanî olabilir mi gibi soruları diziyordu film önümüze.
Cidden çoğu zaman belki farkında bile olmadan cehennemin yoluna iyi niyet taşları döşeyebiliyoruz, kendi doğrularımızı herkesin doğrusu sanabiliyoruz. İnsanların istemediği şeyleri sırf "bak bu sana iyi gelecek amaa" diyerek zorla yaptırmadan önce bu işin yararı mı baskın çıkar, yoksa zararı mı diye bir düşünmek gerekiyor.
Son olarak bir de kızların ıslıkla iletişim kurmalarının çok hoşuma gittiğini de söylemeliyim, öyle ıslık çalabilmeyi isterdim, kıskandım azıcık 🤭
8/10
⭐⭐⭐⭐⭐⭐⭐⭐☆☆