Dizi dört sezon, bir anda hararetli bir müzik giriyor, Türk dizisi, uzun bakışmalı... Konu akışını çok merak ediyorum ama ahh çok yorucu. İzlemek istiyorum ama 2x'e alsam çok çirkin oluyor 1x'e ne vaktim ne de sabrım var. Aslında temel konuyu…devamıDizi dört sezon, bir anda hararetli bir müzik giriyor, Türk dizisi, uzun bakışmalı... Konu akışını çok merak ediyorum ama ahh çok yorucu. İzlemek istiyorum ama 2x'e alsam çok çirkin oluyor 1x'e ne vaktim ne de sabrım var.
Aslında temel konuyu biliyorum. Şehrazat, eşini yeni kaybetmiş oğlunun ilik nakli için para bulmaya çalışan başarılı bir mimardir. Onur ise sert, öfkeli, kadınlara karşı kocaman kocaman önyargıları olan serrrt bir errrkektir. Şehrazat borç ister ve Onur "Benimle bir gece. " der. Para için olduğunu sanar ama aslında Şehrazat oğlu için kabul eder bu teklifi.
Siyah gece yaşanır ve Onur içten içe deli gibi etkilendiği bu kadından nefret ettiğini düşünür, düşünmelidir. Nefret etmelidir. Kocaman duvarları o kim ola aşacak, hıh ödüllü mimar. Şehrazat basit kadınların arzularına sahiptir. Ve Onur o sert kabuğunun içinde kimseye göstermese de iyi biridir. Hayat onu bu hale getirmiştir...
Bu diziyi neden bu kadar çok izlemek istiyorum çünkü ahh bir çok şey var ve çok rahatlatıcı ayrıntılar. Diyalogların çekiciliği, dekor, kıyafetler... Erkekler ne zaman kumaş ve gömlek giymeyi bıraktı ve zarif boyunlu kadınlar olarak ne zaman boğazlı kazakları bıraktık? Gerçi boğazlının erkekte bile bir karizması var, mühim olan kumaş seçmek.
Şehrazat'ı canlandıran oyuncu normalde kişisel olarak antipatik bulduğum biri ama bu rolde o kadar güzel oturmuş ki. Güzelliği öyle huzur verici ki... Anlatamam. Buğday tenin açılmaya çalışılmadığı, herkesin kendi ten renginde fondöten kullandığı zamanlar. Büyük gözleri, ince dudağı, kemerli burnu... Bütünde nasıl bu kadar zarif olabiliyor?
Saten gömlekler, boğazlı badiler, kalem etekler... İzlerken işi gücü bırakıp mimarlık okumak geldi içimden. Ahh ben küçükken öyle özenirdim ki böyle giyinip evrak çantalarıyla işe giden o insanlara.
Şimdilerde herkesin üstünde tişörtler, kazaklar... Kumaş hiç icat edilmemiş gibi. İğrenç dar paça pantolonlar... en güzel fizikte bile basit duruyor. Dar giyinmek kusura bakmayın ama en zenginde bile fakir duruyor. Giyindi mi insan, bir taşımalı, üstünde bir salınmalı kumaş. Her gün yeni kıyafet giymek değil tabiki kastım ama memur zihniyeti bendeki: iki üç takım temiz kıyafet olmalı, ütüleyip jilet gibi gitmeli işe.
Burda Milo kopuyor:
Oysa eskiden erkekler/kadınlar bir giyinirdi ki off... Hiç unutmam biz küçüktük, Ankara'daydık o zaman. Annemin kuzenlerinin biri Odtü'de biri Hacettepe'de biri Ankara Üniversitesinde... Dedem rahmetli de Odtü'de çalışırdı. Bir giyinirlerdi ki... Gömlekler jilet gibi, üstüne kravat, süveter, altta kumaş üstü deri kemer... Dedem her gün ayakkabılarını özenle boyardı. Hatta eli değmişken bizimkileri de boyardı çünkü bizim zamanımızda sadece siyah ayakkabı ile okula girilirdi. Bolca siyah ayakkabı olurdu bu yüzden kapının önünde. Kızların da üstlerinde beyaz gömlek üstü süveter olurdu yine fakat tamamlayıcısı olan İspanyol paça pantolonlar, o yeni olgunlaşan fiziklerle muhteşem uyum sağlardı, ellerinde kalın kalın kitaplar... Oğlanların kulağında walkmanleri, kare büyük gözlükleri... Büyüyünce öyle zarif bir gençlik yaşamayı düşlerdim. Onların küçükleri olmak öyle keyif verirdi ki. Bembeyaz tombulca bir çocuktum. Stres topu diye severlerdi beni... Onlar sevdikçe de şımarmazdım hani, hayranlığım büyürdü. Bana kağıt kalem verirlerdi saatlerce resim çizerdim, sonra büyük teyzem şekerli sıcak süt getirirdi ama fincanda. Minicik parmaklarımla o nostaljik fincandan süt içmeyi öyle çok severdim ki anlatılmaz. Kırarız diye çekinmezlerdi ama neden? Tamam akıllı çocuklardık ama insan korkmaz mı? En şık tabaktan ikram ederlerdi ben de minicik parmaklarımla özenle tutardım hepsini. Küçücük bir hanımefendi gibi.
Ahh, Milo ile anılara geçtim yine. Durduramıyorum efendiler. Eskiden şu aklımla çocuk olmak isterdim. Bugün o çocukluk şu anki kafamla yaşanmaz fikrindeyim. Yine de derin bir özlem içerisindeyim ki zordu yani çocuk olmak. Apartmanın kapısına yetişmezdi elim, okuma yazmam da yoktu, beklerdim ki biri gelsin de kapıyı açsın diye. Şimdi maşaallah fasülye sırığı gibiyim, kapı zillerine her eriştiğimde bi rahatlarım.
Güldüysek diziye devam:
İşte efendim, bu Onur Bey, Şehrazat'ı beğeniyor fakat oğlu için o parayı istediğini bilmediğinden "bu kadına yakacağım abayı fakat tutayım kendimi" bakışları eşliğinde gençliğin çok nadide bir güzelliğinde olan Şehrazat'tan nefret etmenin yollarını arıyor.
E buluyor ama dizi ya bu, tesadüfler olaylar derken 'evleneceğim kadın bu' kremalı bir aşka dönüşüyor.
Döneminde uff, nasıl meşhurdu. Sabredip baştan sona izlersem bu gönderi gider yenisi gelir ama çok o potansiyeli görmüyorum.
Biraz da magazin, o dönem Bergüzar bekar, Halit evliydi. Dizi bitince evlendiler.
Biraz da özel bilgi, bu dizinin finali canlı oynanmıştı.
Ufaklık çok tatlıydı, bir daha görmedik sanırım. Dedenin tatlı olmaya başladığı sahneleri izleyemedim henüz.
İzlemek isteyen olursa söylesin birlikte izleyelim, ben tek tahammül edemiyorum.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.