*Kaleme aldıklarım* Bir gün, hayatıma girecek olan o kişiye umutla... Zira seni tanımadan, sana biriken çok şey var. (Bu uzun yazıyı Evgeny Grinko'nun/Field parçasıyla okumanız önerilir...) Heyhat, çok olmuş yazmayalı. Hatta daha doğru bir tabirle iç dökmeyeli. Her yazdığım gönderiden…devamı*Kaleme aldıklarım*
Bir gün, hayatıma girecek olan o kişiye umutla... Zira seni tanımadan, sana biriken çok şey var.
(Bu uzun yazıyı Evgeny Grinko'nun/Field parçasıyla okumanız önerilir...)
Heyhat, çok olmuş yazmayalı. Hatta daha doğru bir tabirle iç dökmeyeli. Her yazdığım gönderiden sonra bir önceki düşüncelerimi görüp nelerin değiştiğini görmek hala bana umut veriyor sanırım. Aradan 2 ay geçmiş, o zamanki yazımda ilettiğim düşüncelere bir tutam hala sağdığım lakin daha umutluyum artık. Dünyanın bu sahteliğinde yerimi çok fazla yadırgamış, kendimi hak etmediğinden daha fazla bunaltmışım. Bugün bunları yazmama iten yegane şey, asansörde duyduğum eski bir Beethoven parçası. O parçanın melodisi saniyelik olarak beni aldı götürdü ve hayatım bir film şeridi gibi gözümün önünden o kadar süratli bir şekilde geçti ki, ne olduğunu dahi anlayamadan birkaç aydınlanma yaşadım sanırım. Aydınlanma gözlerimin parıltısıyla da yaşanmadı, eskiden okuduğum bir söz ile vücud buldu.
"Sonra kendi durumuma baktım, bir de ne göreyim! Dünyevî alâkalar içine dalmışım, batmışım"
Bu söz şimşek gibi çaktı adeta zihnimin içinde. Yürümeye devam ettim ama zihnim bambaşka bir yerde, benden çok uzaktaydı. Nihayet yeni yeni kendine gelebildi ve bu olay üzerine düşünmeye başladı. Kendimi dualarımda değersiz hissetmenin, yaşadıklarımın ve hislerimin aslında bir çift göz uğruna değil, daha yüce bir amaç uğruna heba olmasına meyledeceğimin farkına vardı. Fakat işler beklediği gibi olmadı. Yine bir çift göze yazılar yazdım. Fakat yine şunun farkına vardım ki, ruhumun besin kaynağı sadece gözler, eller, sesler ve çehrelerde ki kıvrımlar. Ellerimi harekete geçiren farklı bir şey bulamadım henüz. Bulmalı mıyım bilmiyorum lakin tanımadığım insanlar hakkında da yazmaya başladım artık. Sık yaptığım bir şey değildir halbuki. Bugün bir dilenci gördüm ve biraz onu izledim. Kirli ellerine, solmuş gözlerine baktım. Her sabah önünden geçtiğim bu adamın hikayesini merak ettim. Daha sonra onu bile sormadan kendisine yazdım, belki de hayatı boyunca kimse onun için bir şey yazmamıştır ama ben yazdım. Fakat vermedim. Ne baktıkça huzur bulduğum, alev alev, eşsiz bir parıltıyla yanan gözlerin esiri olan kağıtları sahibine verebildim, ne de bir daha kimsenin ona yazmayacağı dilenciye... Hepsi benim için birer sanat eseri lakin dilenciden çok, her gün zihnimde daha da eşsiz bir masumlukla büyüyen ve efsunlu sesiyle beni derinden etkileyen masumluğun zihnimde ki o sanat eseri... Ona tam anlamıyla esirim... Onlar için ben sıradan bir insanım. Ne onlar beni tam olarak tanıyor, ne de ben onları. Kim bilir, belki de onlar kendilerini basit görüyor lakin onlarsız ben bir hiçim. Yazdıklarım, hissettiklerim, düşündüklerim birer hiç. Bir insana yazma arzumun temelini hala çözmeye çalışıyorum. Neden dağa taşa, çevreme yazamıyorum bilmiyorum. Hissedemiyorum, anlamsız geliyor. Fakat bir noktada bu kadar insani temeller üzerine kurulan şiirlerin de ne denli vasfı var, düşünür oldum. Düşündükçe de insansız şiirin nefes dahi alamayacağına karar kıldım ve yazmak için devam ettim düşünmeye. Zihnime bir çift göz, kulağıma bir sesin tınısı geldi. Çıkmak nedir bilmeyen, düşündükçe yazdığım, yazdıkça düşündüğüm... Şu sözleri atfeddim o nadide sanat eserine:
Alemin kudreti, senin suretinde son bulur...
Bir gün ulaştırır mıyım sana bu satırları bilmiyorum ama eşsiz olan bu kainatı bir çift göz bebeğinin içine sığdırabilmek, sonsuzluğu o gözaltı çukurlarına gömebilmek, dalgaların o sükunetli tınısını içinde, sesinde saklayabilmek çok güç geldi bana. Hatta bu satırları sana ulaştırmaktan daha güç... Bunu nasıl başarabildin emin değilim. Kendimi ve kalemimi bir çift göz ve ses karşısında silahsız kalan bir ordu gibi hissettim. Yine de kalemim seve seve can veriyor o eşsiz parıltıya, eşsiz tınıya. Yazarken, bir nevi kanarken saygıyla eğiliyor hepsine karşı. Belki beni bilmiyorsun, belki bilmeyeceksin, belki de bu hislerim tek bir hareketle sona erecek ve hatta beni hiç tanımayacaksın ama sen, kalemime bir yudum tat katan, gözlerimin daimi esiri, hsilerimin efendisi olarak gelip geçeceksin benden...
Öyle bir senaryo ki bu, geçmişten geleceğe ait bir mektup... Bir gün buluşmak dileğiyle. Sevgiler, benden sana, senden de bana ait güzelliklerle... Memoliiy.