Nuri Pakdil'in, dostu Fethi Gemuhluoğlu'nun anısına yazdığı ve onun insanı, dostluğu, dünyayı algılayış şeklini bahis edinen bir kitap. İnsan olarak neleri yanlış yapıyoruz, neleri gözden kaçırıyoruz gibi noktalara parmak basarak, püf noktalarıyla birlikte "nasıl insan olmalı ve kalmalı?" sorularını hedef…devamıNuri Pakdil'in, dostu Fethi Gemuhluoğlu'nun anısına yazdığı ve onun insanı, dostluğu, dünyayı algılayış şeklini bahis edinen bir kitap. İnsan olarak neleri yanlış yapıyoruz, neleri gözden kaçırıyoruz gibi noktalara parmak basarak, püf noktalarıyla birlikte "nasıl insan olmalı ve kalmalı?" sorularını hedef tahtasına oturtan lezzetli bir tarif kitabıydı sanki. Ve o kadar özendim ve hayran kaldım ki aralarındaki bağa ve sevgiye... Nuri Pakdil öyle bir anlatmış ki dostunu, ondan öyle bir bahsetmiş ki Fethi Gemuhluoğlu beyefendiyi hiç tanımasam da yokluğundan dolayı hayatımda eksikliğini çokça hissettiğim ve derinden sevgi ve saygı beslediğim bir büyüğümmüş gibi hissettirdi okurken. Samimiyetini ve insana verdiği değeri ve özeni okurken Peygamber Efendimiz (sav) geldi aklıma sürekli. Bu, tüm Müslümanların nezdinde, bayağı güzel bir intiba ve varoluştur sanıyorum. :) Allah, ikisini cennetinde kavuştursun ve Peygamber Efendimiz'e (sav) komşu eylesin.
Kitabın arka kapağını okur okumaz kitaba çekildim çünkü birkaç yıldır her şeye karşı derin bir kopma hâlinde olduğumun farkındayım ve bunun üzüntüsü içerisindeyim. Adını koyamadığım, toplamaya çalıştıkça dağılmama sebep olan, şairin, "bir kördüğüm ki içim, çözdükçe dolaşıyor" dediği bir noktadayım. Geçenlerde Papercut dinlerken, ilk keşfettiğimde de aşşırı hoşuma giden ve beni triplere sokan, şarkının "the sun goes down, i feel the light betray me" kısmında birden aklıma Hz. İbrahim (as) düştü bu sefer. Kıssalarını hep mekanik bir şekilde dinlediğimiz peygamberlerin, olaylar yaşanırken neler hissettiklerini çoğu zaman göz ardı ediyoruz sanki, hiç değilse ben ediyormuşum. Acaba özünü ve rabbini arayan Hz. İbrahim'in, bir hevesle Güneş'e bakarken, Güneş'in battığında yaşadığı hayal kırıklığı nece olmuştur? Veya arayışında yoluna çıkan diğer putlar tarafından yüzüstü bırakıldığında yaşadığı hisler? Hiç ihanete uğramış gibi hissetti mi mesela? Sonra dedim ki İbrahim aleyhisselam, bir arayış aradı ve Allah, ona en güzelini buldurdu. Peki, iyi kötü bunca bilmenin içinde senin farkında olmadan tutunduğun, aslından uzaklaşarak kalbine diktiğin putlara ne demeli? Put olduklarının farkında bile değilken nicesi yıkıldı, oluşturdukları hayal kırıklıkları altında ezildin ve nice güzel şeyler gömüldü içinde. Yakın bir zamanda bunları ve içimdeki enkazı nasıl kaldırabileceğimi düşündükten sonra, bugün okurken karşıma çıkan "Unutulmaması gerekli gerçek: yiğitlik de sürekli bir özveriyi gerektiriyor: özveri, karşısında bunun için konforun: (İnsan, ya yıkarsın uygulayımbilimin önüne koyduğu bu putu, yani konforu; ya da, beklersin putunu elinden alacak yiğit insanı! = özverili insanı.)" cümleleriyle, içimdeki en büyük putun ne olduğunu utanarak yeniden hatırladım. İşte, bir kopuş koptum... şimdi asıl merakım ne kadar yiğitlik gösterebileceğim. Veya gösterebilecek miyim hiç?
Girişte de belirttiğim gibi, dostluklarına fazlasıyla özendim ve böyle bir dost istemekten ziyade böyle bir dost olmayı istedim en çok. Birilerine Allah'ı hatırlatan, Peygamberin (sav) öğretilerini kendine düstur edinmiş, insanı önemseyen, seven, samimi, insana meraklı olan, bağlanmaktan korkmayan, güvenen, güven veren, umutlu ve hatta umudun kendisi olan... Harika değil mi? İşte artık biliyorum ki bütün bunları yapmak için önce kendi içimde kendime karşı birtakım görevleri yerine getirmem, kendime karşı kaybettiğim güvenimi, sevgimi yeniden kazanmam lazım. Belki önceden olsa kendimi öncelemeyi bencillik olarak düşünürdüm ama Nuri Pakdil, imdadıma yetişti bu konuda da: "...ruhumuzun gereksinimlerini konuşmanın ayıp olduğu bir çağda insanlık idam edildi = yana kaymış gözlerimizle, birbirimizin asılı bedenlerini seyrediyoruz ipte." Bir müddettir, ara sıra etrafa kaysa da, gözlerim kendi boynumdaki ilmekte. Bilemiyorum çıkarabilecek miyim, çıkardıktan sonra hâlim ne olacak... bi' de kendini kurtardıktan sonra çayını kahveni alıp diğer bedenleri seyre dalma ihtimali de var sonuçta... (benim kendime olan güvenim gözlerimi yaşarttı ama zaten tam olarak da bundan bahsediyor idim). Böylece de yıllar önce okurken gücendiğim, Erich Fromm'un "kendini sevmeyen insan, kimseyi sevemez" minvalindeki sözleri de biraz daha anlam kazandı benim için. Hâlâ kırgınım ama...
Çok şükür birtakım farkındalıklar yaşıyorum, zaman zaman sonsuz eksikliklerimin bir kısmını görebiliyorum ve şükran doluyum bu yolda bana bir sürü pencere açıp elimden tutan yazarlara, düşünürlere, insanlara... Artık bir kitap okuyup, bir film izleyip, bir şarkı dinleyip anlık gelen umut ve mutlulukla her şeyin birdenbire değişmeyeceğini, bunun için bolca emek ve bolca enerji sarfetmem gerektiğinin de bilincine varabildim çok şükür. Her an cozutmağa ve Allah affetsin, derin bir umutsuzluğa düşmeğe hazır ve nazır olduğumu (🫡) üzülerek derinden biliyorum ama "Bir de şu var: insan, içdünyasını bakımlı tuttuğu oranda algılayabiliyor yaratılışındaki bilgeliği" cümlesi, bunun ne kadar insanî bir durum olduğunu hatırlamama vesile oluyor, içim rahatlıyor. (İdam sehpasında başkasının bedenine göz dikme mi demiştik?)
"'PEYGAMBER' diyordu, 'anlamıdır insanın'. Eklerdi : 'Anlamıdır yeryüzünün'. Eklerdi : 'PEYGAMBER var diye oldu bu dünya, ötedünya: HER ŞEY'. Gösteriyordu kaynağını varoluşun..." bilmiyorum, hiç bu açıdan düşünmediğim için mi, bu cümleyle evrenin, Peygamber Efendimiz (sav) yüzü suyu hürmetine yaratılmış olması gerçeği ve kendi varoluş anlamım, bambaşka bir boyut kazandı içimde. Öff, her bir cümle o kadar güzel, içten, anlamlıydı ki... elimden gelse de kitabı komple atsam şuraya. İnşallah yakın bir zamanda Fethi Gemuhluoğlu'nun "Dostluk Üzerine" kitabını da okuyup güzelce faydalanabilirim.
Bir kitaptan rastgele bir sayfa açıyorum, karşıma "Çağdaş İnsanın Konumu ya da İntihar Üzerine..." başlığı çıkıyor; rastgele bir cümle seçiyorum, bana "kendi kendini öldürmeye, bir çukura düşmeye karar verebilen insan, niçin, kendi kendini aşmaya, doruklara çıkmaya karar veremesin?" diye soruyor; bir şiir açıyorum rastgele, "Aşk Risalesi" dolduruyor kalbimi. Demek ki benim yaşamam, yaşatmam, kendimi aşmam, sevmem, sevilmem ve bunca yapaylığın içinde samimi bir dost olmam lazım. Bir dağdan daha dayanıklı olduğum sanrısıyla Allah'a verdiğim söze şaşırıyorum bazen. Demek ki bir dağdan daha heybetli ve dayanıklı olma potansiyelini içinde taşıyor her Müslüman. Bu potansiyeli ortaya çıkarma yolunda ilerlemekle de hüküm giymişiz. Bütün bu yolda, ayrılmaz yol arkadaşımın kendimin olması biraz moralimi ve asabımı bozsa da pilavdan dönenin kaşığı kırılsın len o zaman! diye yersiz bir yükselmeyle bitiriyorum yorumumu.
Gemuhluoğlu ne kadar havalı ve esaslı bir soyadı bu arada.