Spoiler içeriyor
Tam uyumak için kafamı yastığa koymuşken düşünceler beni bu filme götürdü. Uzun zamandır erken uyuyorum. Saat geç olunca daha çok düşünce, daha çok duygu üşüşüyor zihnime. Uyumak istedim. İnat ettim, kaybettim. İnat... Bu da başka bir mevzu. Bu film niye…devamıTam uyumak için kafamı yastığa koymuşken düşünceler beni bu filme götürdü. Uzun zamandır erken uyuyorum. Saat geç olunca daha çok düşünce, daha çok duygu üşüşüyor zihnime. Uyumak istedim. İnat ettim, kaybettim. İnat... Bu da başka bir mevzu.
Bu film niye geldi zihin ekranıma peki? Ahh çocukken insan ne izlediğini bilemiyor. Nasıl bu kadar kapsamlı yazabiliyorlar, hayranım.
Okulda bir gösteri yapılacakmış, beden eğitimi hocaları fiziğimi uygun bulmuş, görevli olmak ister miyim diye sordular. Olur, dedim. Yalnız tek bir şart var, tamamen siyah giyinecekmişim. Uyumadan önce ne giyeceğimi tasarlarım normalde. Yarın siyah giymem gerek. Ama benim doğru düzgün siyah kıyafetim yok ki... Bu düşünce beni Şapkalı Adam'ı düşünmeye itti. Filmlerdeki her kötü karakter gibi, kara kapkara biri o. Çünkü siyahın çağrıştırdığı o kasveti taşıyor içinde. Ya ben, o kasvet yok mu içimde? Kırgınlık, hayal kırıklığı... Robinson'a güvenmişti. Sonra güvenmeyi bilemedi Michael...
Büyüdüğümde hayalim Rabinson gibi dünyanın çehresini değiştiren icatlar yapan bir mucit olmaktı. Ha, şu anki halimden pişman mıyım, hayır. Teneffüste kendi öğretmenlerini bırakıp her sınıftan öğrenci bana koşuyor. Demekki sevmişim, seviliyorum. Şeker de vermedim. Neyse, çocukken o muazzam icat yapma tutkusu ile izlerdim sonuç olarak.
Tekrar izlemedim. Hepsi dimağımın bana hatırlattığı bilinç öncesi sahnelerden ibaret anlatacaklarımın, çağrışımlarımın.
Geçen bir stajyer benden kendisine kitap önermemi istedi. Ne zor bu istek. Bilmiyorum ki hayatında neler oldu? Neler sevdiğini sordum. Üniversitenin ilk çeyreğini henüz tamamlamış dolayısıyla Sabahattin Ali okuyormuş. Önereyim ama sağcı solcu deme dedim. Ve önerdim... ve ve ve...
İnsan doğrusundan bir kere şüphe duydu mu şirazesi oynar. İnsan doğrusundan hep şüphe duyduğunda nolur?
Ergenliğimi anımsıyorum. Kapkara giyinirdim. O kadar ki, gören kanatanıp uçacağım sanardı. Kitaplar okur, insanların sözlerine inanırdım. Sonra sarsıldım. O insanların gelenekleri ve yaşam tarzlarını bana öğrettiklerini fark ettim. Pek çoğu cehaletinden hiç şikayetçi değildi. Farkındalardı üstelik. Belki ben o zaman tiksindim siyahtan.
Mevlananın pergel metaforu ile bayağı meşgul şu sıra zihnim. Bir ayak, sabit. Bir ayak yetmiş iki milleti gezecek. Düşünüyorum da o ergen Milo ne kadar yanlış anlamış bu sözü. Peki ya şu anki ben? Çok mu doğru anlıyorum? Belki aklıma kuzenim sardı bu fikri.
Tatlı bir çay saati, eniştem bir anda mevzuya girdi. "İnsanın çok renkli bir çevresi olmalı, alemini genişletmeli, vizyonunu açmalı. " diye. Sırayla konuşturdu bizi, fikirlerimizi sordu. Profesörlük yolundaki kuzenime geldiğinde sıra Mevlana'nın bu öğretisinden bahsetti. Sanki zihin dünyamda bir sokak, lambalarına kavuştu. Merkezdeki ayağıma bu güvensizliğim niye?
Uzun zamandır sorguladığım asıl mevzu, korkak bir hayat, hayat mıdır, böylece rehberini buldu.
Sonra 'zenginlik nedir' diye sordu eniştem. Kuzenim Neşet Ertaş'ın bir muhabbetinden bahsetti. Sanıyorum aşk nedir diye sormuşlar kendisine, aşk çocukluktur demiş. Çocukluk nedir, diye sormuşlar. Yavrum iki üç kelam biliyoruz, döndürüp birbirlerine takıp söylüyoruz, demiş. Bunu anlatınca hoş bir kahkaha ile sonlanan muhabbet, benim zihnimde hâlâ bitmedi.
Bugün yaşadığım dehliz. Bilmiyorum ki nasıl sonlanacak. İnsanlar gerçekten ne kadarlar? Yine anı anlatacağım fakat, geçenlerde öğretmenler odasında oturmuş yemeğimi yiyordum. Yanımda da kızıyla konuşuyordu bir hoca. Dedi ki, bu yaptığı hata değil, olgunlaşmamış bir insan davranışı. O kadar şaşırttı ki beni. Bu ikisini nasıl ayırt edeceğiz a hocam?
Zihnimden kesitlerle meşgul ediyorum sizi ki filmi bulacak mıyım içinden çıkıp bilmiyorum.
İçimde öylesi bir yeis, bir darlık oluyor ki...
Hele yanlışlar çağrışınca. Henüz çocuk çağında diyebilir mi insan geçmişteki hatalarda suçlarken? Tam olarak kaç yaşında hata sorumluluk ilişkisi başlar? Ya merkezden nasıl çıkar ayak? Hadi çıkardın diyelim, ne kadar çapla açılmalı insan? Çapı kadar ne kadardır her insanın? Ya diğer ayak merkezden koparsa, savrulur mu insan?
Hadi dönelim filme.
Robinson oldukça heyecanlıdır, gözü kimseyi görmez icadını tamamlar. Kardeşi Michael, beyzbol maçında ona icadında yardım ettiği için uyuyakalır. Bu duruma öfkesi dinmez. Sanar ki insanlar ona düşman, en büyük hüzün onunkidir. Böylece ona sevgiyle yaklaşan herkesi iter, yapayalnız kalır, büyür ve intikam almak ister. Sebebi öfkesinde değil başarısızlığında arar, Robinson'a da aynısını yaşatmak ister. Zaman makinasını alır ve o gün Robinson'a güzel bir hayatın kapılarını açan icadını bozmak ister.
Böylece maceralar yaşanır. Küçük Robinson zaman makinası ile ileri gidip Michael ile mücadele eder.
Bu filmde iki şey şu an vurucu geliyor. Biri kurbağa eğitmeni kadının ne kadar şanslı olduğu. En tuhaf halleri ile onu seven biri var. Diğeri Şapkalı Adam'ın dinmeyen öfkesinin yalnızlığının asıl kaynağı oluşu.
Psikoloğum bununla ilgili şöyle bir örnek vermişti, bir randevu alsan ve kapıda sıra beklesen, sıra da bir türlü gelmese, sıkılsan ne düşünürdün? Cevap olarak, bir an önce sıram gelse de bekleme zahmetinden kurtulsam keşke derdim, demiştim. İşte dedi, insanlar da böyledir. Bazısı suçlar, bekleten doktorun oyalanmasından şikayet eder. Biri öfkelenir, biri başka... Bunlar hayata bakış açılarına bağlı.
İşte böyle. Şapkalı Adam'ın yalnızlığının kaynağı öfkesiydi, kiniydi. Bir başkasının yalnızlığı başka bir sebebe takılı, başkası başka...
Maalesef kurbağalardan bir koro oluşturacak kadar kafayı kırıp hâlâ sevilmek filmlerde ve küçük bir istatistikte mevcut.
Aşırı uykum var. Biraz karmaşık mı gittim, tam olarak içimdekileri dökebildim mi bilmiyorum.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.