!YANILGI.. ZAMAN DEĞİL, SAAT(LER) -?- MESELE FİLM DEĞİL, ZAMANIN MENKUL YANILGISI OLAN !SAAT.. Ve “!Bila hilma jiyanê dagir bike gerdûna min.” Buraya afili bir hiyerarşi eleştirisi yapılabilirdi, gel gör ki filmin birkaç kamera açısı da yeterince afili tanıtımlara sahip. Bu…devamı!YANILGI.. ZAMAN DEĞİL, SAAT(LER) -?- MESELE FİLM DEĞİL, ZAMANIN MENKUL YANILGISI OLAN !SAAT.. Ve “!Bila hilma jiyanê dagir bike gerdûna min.”
Buraya afili bir hiyerarşi eleştirisi yapılabilirdi, gel gör ki filmin birkaç kamera açısı da yeterince afili tanıtımlara sahip. Bu sahnelerden biri görsel, diğeri ideolojik.
İlki, ana karakterin zaman dilimleri arasında seyahat ettiği bir dizi çekim. Sahne, Will'in bindiği aracın alçak çekimiyle başlıyor, arka planda temel mimari ve pencerelerinde parmaklıklar olan binalar, kirli ve bakımsız yollar ve idealden uzak bir mahalleyi göstermek için dolaşan insanlar görünüyor.
Sonraki birkaç çekimde, arabaya ve yolcuya odaklanırken her biri farklı bir saat dilimi numarasına sahip beton yol barikatlarını geçtiğini gösteriyor. Will varış noktasına ulaştığında, kamera yukarıdan gökdelenlerin, yeşil çimenlerin ve iyi bakımlı yolların yukarıdan aşağıya geniş bir çekimine doğru hareket ediyor. Sanırım Mestrovic’in de kitabında bahsettiği durum tam da bu; !BARBARLIK. Uygar Barbarlık. Her bölgesi biçme makinasıyla eşit şekilde biçilmiş bahçe otları, araba tekerlerinin altından kayarcasına boylu boyunca uzanan düz, asfalt yollar, Platon’a sadakat; geometriyi iyi bilen mimarların gayet geometrik binaları; ve daha bir sürü şey ve yaşamın ve her şeyin şeyleşmesi, yabancılaşması ve şeyleşme..
Sorun, Will’in zamanı-parayı çalması değil, !herkesle paylaşması. Çok da yabancısı olmadığımız şimdiki gelecek gibi; herkesten çalmanın iktidarî mükafat sayıldığı ve çalınan şeyi geri çalıp herkes ile paylaşmanın yani özgeciliğin suç, terör, sayıldığı bir film. Unutulmamalı ki mesele film değil, zamanın menkul yanılgısı olan !saat. Zamanın günümüzde kazandığı erişilmez hız ve buna ek olarak zamanı uzamsallaştırma doğrultusundaki "çözümlerin" uğradığı başarısızlık, baskıcı bir güç olan zaman ile ona eşlik eden İlerleme ve Gelişmenin yapaylığını apaçık biçimde saat denen rasyonaliteyi menkul kılmıştır. Uygarlıktan önce zaman DİYE bir şey yoktu. Zaman’ın var olduğu, DİYE bir şey olacağı anlamına gelmez. Tıpkı, “şey”in dile döküldükten sonra seni bağladığı gerçeği gibi; kavradığı; kavramsallaştığı gibi. Ya da kendiliğindenlik. Evet, kendiliğinden, yani yabani olan. Eğer bu yabani olanı evcilleştirirsen, yakar, yozlaşır; seni de yozlaştırır. Tıpkı ilk günah gibi. “Aydınlanmanın Diyalektiği’nde” şöyle der; “her türlü şeyleşme bir unutuş" ise, zamanın bulunmadığı kökenimizden kopuşumuz ve ebedi bir şekilde "zamana yenilmemiz" bağlamında her türlü "unutuşun" bir şeyleşme olduğu da bir o kadar doğrudur. Esasen tüm diğer şeyleşmeler buradan doğmaktadır. Bu, Kızılderililer’den bahseden Pawne’nin dediği, “Yaşamlarında bir ritim var, ilerleme(zaman) yok.” durumu gibi. Kaybedişin tezahürü gibi. Öncesi için kazanımcı demek güç. Ancak bir şey’e sahip değilsen, o şey de sana sahip ol-a-maz. Bu yüzden önceleri mesele bir şeyi kazanmak değildi. Nasıl ki bir şey’leri kaybettiğimizi anladık, kazanma istenci de böyle başladı. Mülkiyet. Sermaye. Kapital.
•Zamanın içinde yaşayabilir, öğrenebiliriz.
•Zaman ne peki? Zaman kendisine dokunulmayandır..
68 kuşağını 68 kuşağı yapan şey, onların henüz 60’ların başından itibaren uyuşturucunun her türlüsüne, adına anti-depresan denen “ilaçları” gibi her türden maddeyi ve kol saatlerini takmaktan vazgeçmeleriydi. O kuşak yetişip insanlığın son ütopist ve umudu olan 68 kuşağı haline geldiğinde meydanlarda, ellerindeki pankartlarda yazan tek kelimelik “!ÇABUK” sloganı durumun vahametini anlamaya yeterdi. Rasyonel olan değil, gerçek olan; !ÇABUK. Saat yok. Çünkü her saat onlar için geç kalmaktı. Geçmemesi gereken şimdilik istenci. An’da yaşamın, an’ın algılanması gibi. Ve bu durumda zamandan söz edilemez. Bunca tarihi ilerleme, sanayi, teknoloji, lüx, kontrol kazanımlarını elinin tersiyle iten, kaybedişe kaybettirip an’da yaşamı algılamak, her bakışımı, duyumu, dokunuşu, kokusu, her hücresiyle..
1830’da Temmuz Devrimi sırasında Paris’te duyulan eş-zamanlı silah seslerine bir tanıklığın yazıya dökülüşüne göre; Her kulenin dibindeki insanlar, sanki zamanın kendisine öfkelenmiş gibi, günü durdurmak üzere saat kadranlarına ateş ediyordu. Buna kim inanırdı ki?
Uçmasını önlemek için bir kelebeği iğnelemek gibi. İnanmak güç. Ancak istenç; zamanı durduran, kelebeği uçurtmayan istenç. Kuşakları en ayık kafayla intihara götüren düştopik istenç. Kültürün, tarımın, sanatın, yani uygarlık denilen barbarlık rasyonalitesinin menkulü, saatin(zamanın) olmadığı bir düştopya uğruna intihar. Gerisi, !ÖLÜM. Dillere pelesenk olan “ZAMANI ÖLDÜRMEK.” sanrısında olduğu, olduğumuz gibi; hiç olmayacağını bilip de fantezi geliştirmek, çokça nevrotik, biraz fantezik, az biraz da ethostik tavırlarla tüketim maddelerine görünmez bağlantılarla bağlanarak yaşanıyor bu hayatlar. Her an an’ı yaşayamadan zaman öldürülüyor, “eh, en azından zaman geçiriyoruz.” Zaman mı geçiriyoruz, zaman mı bizi geciktiriyor, geçiştiriyor sonrasında öldürdük zamanı dedikçe ölüyoruz? Tam bir muamma.
Morris'in “Hiçbir Yerden Haberler” adlı eserinden kısa bir alıntı yaparak söz bağlanmalı: "Efendilik bir gün dostluğa dönüştüğünde, gününüzün tüm şaşmaz özdeyişlerine rağmen, yine de koca bir dünyaya yetecek kadar zaman kalacaktır geriye." Söz bağlandı, saatler duvardan ve kollardan sökülüp çöpe atıldı, şeylere yetişme telaşının bittiği bir sonsuz an’da yaşanılacak yaşam var oldu. Herkes vazgeçerse saatten(saatler, günler, yıllar…), sonsuz yaşama anlamına gelmez mi? Yıllar ile ölçülmeyen, sadece açlıkla ölçülen ve uykunun çökmesi ile sona eren uzamsızlığın ne anlama geldiğini denemeden algılayamayız.
Buraya da afili bir kapanış yazılabilirdi. Gel gör ki, saat henüz çöpe atılmamış, 04:00’ü saniyelerin döngüselliğiyle dakika ve bir saati daha döngüsel beklemek gerek. Tevekkül adiliğinde tekerrür. Tekerrür; döngüsel. Rasyonel. Ve “!Bila hilma jiyanê dagir bike gerdûna min.”