The Substance, Body Horror film türünün güncel bir örneği. Bu tip filmlere aşina olmama rağmen kimi zaman görüntüler midemi bulandırdı. Güzellik algısını sert bir dille eleştirmesi açısından görseller çok vurucu olsa da anormal görüntülerin yüksek oranı tahammül seviyemi zorladı. Özellikle…devamıThe Substance, Body Horror film türünün güncel bir örneği. Bu tip filmlere aşina olmama rağmen kimi zaman görüntüler midemi bulandırdı. Güzellik algısını sert bir dille eleştirmesi açısından görseller çok vurucu olsa da anormal görüntülerin yüksek oranı tahammül seviyemi zorladı. Özellikle Elisabeth'in isminin yazdığı yıldızın üzerine düşen ketçaplı yemeğin bıraktığı kırmızı lekeler, akılda kalıcı bir gönderme. Daha ilk sahnesinden filmin ne kadar kanlı ve yıkıcı olacağı seyirciye hissettirilmiş.
Film, Elisabeth Sparkle isminde bir Hollywood yıldızının yaşlanması nedeniyle medya sektörden silinmesiyle başlar. Kariyerinin sonuna gelen Elisabeth, yerini alacak genç kızların arandığı haberiyle yıkılır. Arabasıyla yaptığı bir kazanın ardından hastanede tanıştığı genç bir adam, ona medikal bir ürünü önerir. Elisabeth, The Substance (Cevher) ismindeki bir sıvıyı kullanarak kaynağını kendisinden alan ancak kendisinden daha güzel, genç ve mükemmel bir klonu yaratabilecektir. Tek şart, bedenini diğer benliğiyle haftada bir dönüşümlü olarak kullanmasıdır. Yedi gün kendisi, yedi gün klon. Denge korunduğu sürece hiçbir sorun çıkmayacaktır.
Elisabeth maddeyi kullanmaya başlar. Yeni benliğik Sue, her açıdan mükemmeldir ve ünü yakalar. Elisabeth'in yerini doldurur. Ancak zamanı dengeli kullanma kuralını ihlal eder ve Elisabeth'i tüketmek pahasına yaşayacağı günleri artırır. Aynı benliğin farklı iki bedendeki taşıyıcısı olan Elisabeth ve Sue'nun çatışmalarına şahit oluruz.
Cevheri kullandığı süre boyunca Elisabeth'e klonunun da kendisi olduğu hatırlatılır. Elisabeth, onun güzelliğini, kendisini sömürerek sürdürdüğü mükemmel hayatı öfkeyle izlerken Sue'dan nefret eder. Onu kendisinin bir parçası değil, düşmanı olarak görür. Geri dönülmez aşamaya gelene kadar Sue'dan kurtulması mümkün olmaz ve her şeyi bitirmek istediğinde "Elisabeth" olarak yaşama olanağı kalmamıştır. Kendisinden nefret etmekle birlikte, sevilebilir tek yanı Sue'dur.
Klon benliğin hayatta kalacağı süreyi artırdığı ve Elizabeth'e zarar verdiği ilk andan itibaren zihnimde sorular oluşmaya başladı. Sue da Elisabeth'in bir parçası ve en az onun kadar hırslı. Elisabeth'in hırsını, kendisinden farklı görünen ve tamamen farklı kimlikteki biriyle bedenini haftada bir döngüyle paylaşması yeterince ele veriyor. Elisabeth için o dünyada var olmanın bedeli kendi benliğini parçalara bölmek ve o bunu gözünü kırpmadan yapıyor. Sue ise gençliğinin ve önüne sunulan fırsatların tadını sonuna kadar çıkarmak için kaynak benliğe zarar verdiğini bile bile bencilliği sürdürüyor. Tıpkı Elisabeth gibi o da medya dünyasında var olmanın büyüsünden vazgeçemiyor.
Filmin son sahnelerinde, bedeni tamamen deforme olmuş halde Elizabeth, kendisini güzellik kalıplarına hapseden kitleye şöyle seslenir: “Ben hâlâ aynı kişiyim.” Senaryoda Cevher maddesi yer almasa, Elizabeth yaşlı ve hayatını asgari mutluluklarla sürdüren bir kadın olarak kalabilirdi. Oysa, sahip olduğundan fazlasını istedi; çünkü toplum onu olduğu gibi kabul etmiyordu.
Filmde, popüler kültürün özellikle kadınlara yüklediği güzellik baskısını "Güzel kızlar daima gülümser." gibi ara pasajlarda görüyoruz. Film bu süreci çok iyi sinematografi ile anlatmış olmasına rağmen konunun felsefi derinliğini verememiş. Karakterlerin yaşadıkları ufak çaplı farkındalıkları ve şokları göz doldurucu ancak bunlar o kadar tiyatral ve aşırı ki, izleyicinin algısında derine inemiyor.
Yüzeysel kalması bakımından birkaç puan kırsam da abartı yönlerini göz ardı ettiğimde senaryosu, görsel kalitesi, müzikleri ve oyunculukları ile başarılı bulduğum bir yapım.