Yetkililer, sihirbazlıkta yapan bir tiyatro kafilesini insanları kandırdıkları, sahtekarlık yaptıkları gerekçesi ile alıkoyarlar. Kafilenin lideri olduğu söylenen Dr. Vogler'dan kendilerine bir gösteri yapmalarını isterler. Dr. Vogler ise dilsizdir, iletişimi onun yerine karısı kurar. Öncelikle film beynimi öyle allak bullak etti…devamıYetkililer, sihirbazlıkta yapan bir tiyatro kafilesini insanları kandırdıkları, sahtekarlık yaptıkları gerekçesi ile alıkoyarlar. Kafilenin lideri olduğu söylenen Dr. Vogler'dan kendilerine bir gösteri yapmalarını isterler. Dr. Vogler ise dilsizdir, iletişimi onun yerine karısı kurar.
Öncelikle film beynimi öyle allak bullak etti ki Vogler hariç bir karakterin adı aklımda kalmadı. Yine de filmin anlattıklarını ve bana hissettirdiklerini anlatabilirim sanırım.
Fiziğin ve metafiziğin, gerçekliğin ve rüyanın, suretin ve hakiki bedenin, ölümün ve yaşamın, hakikatın ve yalanın çarpışmasını, sorgulamasını izlediğimiz bir Bergman filmi Sihirbaz. Evet bazı yerlerde adı Sihirbaz diye de geçiyor, ben bu isimle anmak istiyorum o sebeple filmi. Klasik Bergman filmi diyebiliriz yani. Psikolojinin karanlık yönleriyle, zihnimizde yarattığımız alemlerle dolu ama bilimden de uzaklaşmayan.
Filmde metafizik ve fiziğin savaşı var, lâkin savaşın bir kazananı yok. Zaten film de Bergman'ın zihnini, belki de birçok insanın zihnini yansıtıyor. Bergman üzerinden, daha doğrusu filmleri üzerinden ilerleyelim. Yapımlarında sürekli birilerinin psikolojisini irdeliyor Ingmar Bergman. Bilimsel açıdan yaklaşıyor olaya, oldukça realist bir şekilde. Fakat, bu realistliğe olağanüstülük katmadan da edemiyor. Filmlerine alışıksanız o metafizik evreni öyle bir yediriyor ki filme asla sırıtmıyor, rahatsız etmiyor insanı. Sanki olağan olan buymuş gibi. İşte zihninde de hakikat ve sihir böyle çarpışırken bunu film yapmayı ama bir kazanan seçmemeyi uygun görünmüş. Tartışmalara açık olan, kimseye de tam anlamıyla yanaşmayan bir film diyebiliriz Sihirbaz için. Evet, anlatılan her şeye hile hurda deyip bilimin tarafından bakıyor gibi ama sonra bakıyorsunuz bir başka şey olmuş.
Huzursuz edici, ürkütücü bir gizem taşıyan film. Aynı anda kendine de bağlıyor tüm karmakarışıklığı içerisinde. Gölgelerde saklanan, rüyalar aleminde dolanan.
Bergman şöyle diyor:
‘‘Benim bütün filmlerim birer rüyadır... Ben çocuk yaştayken mutluydum, çünkü rüyalarda yaşıyordum… Tek başımaydım ve kukla tiyatroları sahneler ve kuklalar yapardım… Bazen yaşananları, gerçek olanlarla rüyaları, birbirine karıştırırdım ve bu durum annem ve babamla başımı belaya sokardı... İlk filmimi izledikten sonra çok heyecanlanmıştım ve üç gün boyunca ateşler içinde yatakta yatmıştım...’’
Bu filmde rüyalarla gerçeğin karışımı tam da söylediğim gibi. Belki de Bergman'ın bu cümlelerini en iyi özetleyen filmi. Karışımın yanısıra tiyatrovari bir havası var. Karakterler tıpkı birer kukla gibi. Kimine göre insan zihninin kimine göre Tanrı'nın oynattığı bir kukla. O sebeple filmde mantıksal bir yön aramak absürt olur. İzlediğiniz her şeyin rüya olduğunu bilerek izlemelisiniz. Aynı zamanda hakikat olduğunu da bilmelisiniz. Kafanız karıştı sanırım, ama böyle işte. Bergman izleyeceksiniz zihinleriniz karışmalı. Psikolojinizin sınırlarını zorlamalısınız.
Filmin hikâyesi herhangi bir karakterin rüyası olmasa dâhi rüyayı film içerisinde her sahnede hissediyorsunuz. Kâh gizeminde, kâh ürkütücü yönünde, kâh karanlığında. Karanlık derken siyah beyaz olmasını kastetmiyorum. İç mekanda ışıkla güzel oynayan filmin gecelere has bir karanlığı var.
Tanrı'nın zihni demiştim. Buradan filmdeki bir repliğe bağlayıp bitireceğim yazımı. Şöyle bir replik geçiyor filmde.
''Rahiplik böyledir. Tanrı sessizliğini korur, onlar onun yerine konuşur.'' Filmde de metafizik güçleri olduğu söylenen Doktor Vogler Tanrı'yı temsil ediyor. O sessizliğini bozmuyor, karısı onun sözcüsü oluyor. Film ise Bergman'ın zihninin düşüncelerinin sesi oluyor. Kendi zihninde yarattığı Tanrı'yı Bergman bu şekilde sese döküyor. Tüm bunlar da yaratıcının sesi oluyor. Zaten fizik ve metafizik bir arada var olmasaydı dünyada net bir düzen olabilir miydi? İki zıtlığı birbirinden ayrı düşürüp diğerini yok sayamayız. Karanlık yoksa ışık yoktur. İyi yoksa kötü yoktur. Doğru yoksa yalan yoktur. Siyah ve beyaz birbirini tamamlayan iki ışıktır. Bir diğeri olmadan diğerini düşünemeyiz. Bergman bu bütünlüğü harika şekilde hissettiriyor bize. Suskunluğun sesini duyuruyor. Söylediğim gibi film değil, rüya. Hakikata bakan, onu sorgulatan bir rüya. Zihniniz bu sorgulamaya açık ise izleyiniz.