Dazai'nin canımı en çok yakan kitabı bu oldu, yüreğimin kıyısında bir müphem sızıyla kalakaldı öylece... Kitabın malum kısmı hiç beklemediğim bir anda vurdu beni. Zaten çoğu acının olayı da bu değil midir? Çoğu zaman beklenmediktir, davetsiz gelir hep... Yalnızlık en…devamıDazai'nin canımı en çok yakan kitabı bu oldu, yüreğimin kıyısında bir müphem sızıyla kalakaldı öylece...
Kitabın malum kısmı hiç beklemediğim bir anda vurdu beni. Zaten çoğu acının olayı da bu değil midir? Çoğu zaman beklenmediktir, davetsiz gelir hep...
Yalnızlık en çok bu kitabında ağır basıyordu, topluma yabancılaşma taşıyordu her bir sayfadan... Sevme, sevilme, yaşamını bir nedene bağlama ihtiyacı dökülüyordu satırlardan... ve keza bunları bulamamanın sızısı...
Bu saydıklarıma ihtiyaç duymayacak insan yoktur zaten. İnsan insana muhtaçtır. Tamam, özünde hepimiz bu hayata yalnız geldik ve yine yalnız gideceğiz ama insan acılarına, mutluluklarına, yaşamına bir şahit ister yani. O aradaki zamanın, yaşadığımızın şahitleri sevdiklerimizin, sevenlerimizin, bizi düşünen, değer verenlerimizin kıymeti paha biçilemez.
Bazen insan boşluğa düşüyor, sanki kendisini kimse anlamıyormuş gibi hissediyor ama çoğu zaman atladığı bir detay da "Ben ne kadar anlıyorum?" sorusu oluyor. Bu soruya net bir cevap bulduğunu sandığı anlarda bile insan feci yanılmış olabiliyor. İnsanın hem kendini hem de başkalarını anlayabilmesi, ikisi de zor uğraş, hakkını verebilmek nasip olsun, ne diyelim...
Bu sorunun çözümünü düşündüğümüzde de çıkar yol, anlatmaktan ve dinlemekten geçiyor, sonuçta kimse kimsenin zihnini okuyamıyor ve bir noktada anlattıklarımızdan ibaret oluyoruz, gerisi de sadece varsayımlar yumağı olarak kalıyor. Üstüne bir de kelimelere dökemediği bir hissini zaten insanın en başta daha kendisinin bile anlamakta zorlanıp zihnini netleştiremeyişini de düşünürsek o zaman bu varsayım yumakları daha da bir düğümleniyor. Velhasılıkelam yeter ki biz anlatalım da ayıp inatla anlamayanın ayıbı olsun, ne yapalım...
Bir de anlaşıldığını anlayamamış olmak farkındalığı diye de bir durum var ki... adeta insanı dumur ediyor. Sanıyorum insan anlaşıldığına ikna olmak için illa tastik bekliyor, karşımızdakinden illa "Evet, böyle hissediyor, şöyle düşünüyorsun" dönütünü almadıkça inanamıyoruz anlaşıldığımıza ve bu da yine iletişimin değerini vurgulayan bir durum olarak karşımıza çıkıyor.
Bu noktada Alber Camus'un bir sözü geldi aklıma:
"Bir insan söylediği şeylerden çok söylemedikleriyle insandır. Söylemeyeceğim çok şey var."
Aslında bu iki bakış açısı birbirini tamamlıyor gibi. Başkalarının gözünde anlattıklarımızdan ibaret oluyoruz, kendi özümüzde ise anlatmadıklarımızdan ibaret...
Dazai'nin kitaplarında anlattıkları da onun zihnini tamamen görebilmemizi sağlamıyor belki ama bir kısmını anlayabilmemize ışık tuttuğu da yadsınamaz.
Sonuna geldiğimizde artık, kitabın bıraktığı his, Dazai çırpınmış çırpınmış ama bir neden bulamamış gibi... Yaşamını bir nedene bağlayamamış ve ruhu çoktan batmış gibi... Tıpkı bazı anlar her birimizin ruhunun da aynı sularda boğulduğu gibi...
Başta canımı en çok yakan kitabı demiştim ya hani, bu kısımı biraz daha netleştirmek istiyorum. Hikâye boyunca duygulandıran başka kısımlar da vardı ama en çok, Naoci'nin yazdığı notların olduğu sayfaları okurken canımın yandığını hissettim. Sanki "abla, abla" diye konuştukça bana söylüyormuş gibiydi, sanki kendi kardeşimmiş gibi...
Naoci'nin o notları aynı zamanda Dazai'nin notlarıymış gibi de hissettirmişti. Yani o kısımlarda Naoci üzerinden Dazai'nin kendi zihnine ışık tutuyor olma olasılığı yüksek gibi. Hatta tıpkı Naoci'nin en yakınları tarafından bile anlaşılamamış olmasıyla Dazai de "bir anlayanım yok" diye kendi sitemini etmiş gibi...
Kısacası yanınızdaki sizi seven o insanlara gidip bir defa daha onları ne kadar çok sevdiğinizi söyletecek bir kitaptı. Yaşamı sevdiren de yaşama küsteren de insan olması ne garip... Daima hayatı sevdiren, varlıklarıyla gözlerimizin içini güldüren göz aydınlığı insanlarla karşılaşmak ve kendimizin de o insanlardan olabilmesi dileğiyle... 🍃🌸
9/10
⭐⭐⭐⭐⭐⭐⭐⭐⭐☆
------------------------------------------------------------------------
📌Sf. 12
"Onun gibi şeytanlar kolay kolay ölmez. Ölecek olan güzel insanlardır."
📌Sf. 24
"Annem mutluluk kisvesi altında her geçen gün zayıflıyor, benim zihnimde kıvrılan, annemi öldürecek olan o yılansa her geçen gün büyüyor. Boğsam da boğulmuyor, büyümeye devam ediyor."
📌Sf. 30
"Ortalığı yangın yerine çevirdikten sonra özür mahiyetinde canıma kıymamın ne anlamı ne de kıymeti var."
📌Sf. 50
"Öğrenme, kibrin diğer adıdır. İnsanın insanlıktan uzaklaşma çabasıdır."
📌Sf. 53
"Olgun biri gibi davrandığımda, insanlar ne kadar olgun olduğum hakkında konuşuyorlar. Tembel davrandığımda, tembelliğim hakkında dedikodu ediyorlar. Roman yazamıyor gibi yaptığımda, yazamadığımı söylüyorlar. Yalancı gibi davrandığımda, yalancı diyorlar. Zengin gibi davrandığımda, zenginliğimi konuşuyorlar. Umursamaz göründüğümde ne kadar umursamaz olduğumu söyleyip duruyorlar. Fakat gerçekten acı çekip inlediğim vakit, insanlar numara yaptığını söylüyorlar. Bence kendileriyle çelişiyorlar."
📌Sf. 54
"Gurur... Gurur dediğin nedir?
İnsanlığın... Hayır, bir insanın "ben farklıyım", "ben özelim" diye düşünmeden yaşamaya devam edememesidir."
📌Sf. 73
"Yüzümdeki kırışıklıklar, hislerimi söyleyeceklerimden daha net bir şekilde ifade edecektir."
📌Sf. 93
"Anne... Daha evvel dünyayı tanımıyormuşum."
📌Sf. 117
"Sanıyorum bu "çağımızın kaygısı" denen şeyden dolayı insanlar birbirlerinden korkuyor, düşünceler saldırıya uğruyor, çabalar alay konusu oluyor, mutluluklar inkâr ediliyor, güzellikler kirletiliyor, gurur ayaklar altına alınıyor..."