“Birbirinizden ve başkasından en ufak bir hisle bir dakika içinde şüphelenebilirken nasıl kendinizden bu kadar emin olabiliyorsunuz?” Kitap; 16 senede tamamlanmış (1909-1925) ve yazarın son romanıdır. Yazar bu kitapla ilgili; "yaptığım her şeyin tam bir sentezi ve yapacaklarımın kaynağıdır" demiştir.…devamı“Birbirinizden ve başkasından en ufak bir hisle bir dakika içinde şüphelenebilirken nasıl kendinizden bu kadar emin olabiliyorsunuz?”
Kitap; 16 senede tamamlanmış (1909-1925) ve yazarın son romanıdır. Yazar bu kitapla ilgili; "yaptığım her şeyin tam bir sentezi ve yapacaklarımın kaynağıdır" demiştir. “Pirandello gerçek denilen olgunun kişiden kişiye, hatta aynı kişinin algısına göre değişebileceği durumuna bağlı olarak, ruh halinin oldukça nemli olduğunu vurgular zira ruh halinin farklı biçimlerde tutkuları ortaya çıkarabileceği ve bu farklılıkların da gerçek algısını değiştirdiğini düşünür, Pirandello'nun benimsediği bu felsefi yaklaşıma rölativizm adı verilir.”
Biri, hiçbiri, binlercesi; adıyla uyumlu bir şekilde ilerliyor, başta bir Moscarda var, ilerleyen sayfalarda binlercesi oluşuyor ve sonuna doğru artık hiçkimse olduğu sonucuna varıyor. Anlayacağınız kitabın girişindeki ile kitabın sonundaki Moscarda birbirlerinden oldukça farklı oluyorlar.
Kitabın kısa bir özetini verecek olursam; baş karakter Moscarda’nın, her zaman ki gibi bir sabah aynanın karşısında kendine bakıyorken eşinin burnunun yamuk olduğunu söylemesi üzerine, kendi fiziksel görünümü ile ilgili yaşadığı hayal kırıklığıyla başlıyor. Pirandello; bu kurgu üzerinden Varoluşsal meselelere ilgi çekici bir yönden giriş yapmış oluyor. Eserin ilk yarısı daha çok deneme denebilecek bir tarzda; baş karakterin hezeyanları, isyanları, sorgulamaları üzerinden yazarın tezini ve fikirlerine ayrılmış.
İkinci yarısı; fikirlerini eyleme geçirmesiyle daha çok kurgusal bir kısma ayrılmış. Yazarın süslü cümleler kullanarak kelimeleri yormuş olması, başta anlamayı zorlaştırsa da ilerledikçe alışıyor ve hatta yazar sadece sizi bir dinleyici ya da okuyucu yerine koymuyor yani sizi muhattap alarak kitabın içinden sizinle ciddii ciddi konuştuğunu söylemek mümkün. Ayrıca yazarın mizah yönü de kitabı okurken yer yer gülmenize sebep olabilir. Kitap; insan psikolojisine karşı benim gibi ilginiz varsa ilginizi bir kat daha artıracak ve bir insanın düşünebilecekleri, psikolojisinin ne kadar da uçsuz bucaksız olabileceğini hissettirecek ve daha çok merak etmenizi sağlayacaktır, tabii her ne kadar felsefik bir dilde yazılmış ve felsefesini anlatabilmek için kitabın neredeyse tamamını buraya yazmak gerekse de, ki bence yok o kadar değil yani, sadece okunması durumunda herkesin kendince farklı ve olumlu bir sonuca varacağı kanaatindeyim.
Normalde bir kitabı okumadan önce ilk olarak yazarın biyografisini okur ve merak ettiğim, dikkatimi çeken detaylar varsa araştırırdım, kitabı okuduğumda bazı şeyleri daha iyi anlamama ve bir nedene bağlamama sebep olurdu bu alışkanlığım.
Ancak bu kitapta biyografiyi sona bırakmayı tercih ettim, yazar hakkında herhangi bir şey bilmek istemedim, doğrusu kitap hakkında bildiklerim ve beklentim bende yazarı tanımaya dair büyük bir istek uyandırdı. Okudukça yazara ayrı oluşturduğu karaktere ayrı hayran kaldım, üslubunun ve olay örgüsünün ne kadar sağlam olduğu 1934 yılında Nobel edebiyat ödülü almasından çok rahat anlaşılabilir.
“Hiçbirimizin gerçekliği diğerinden daha gerçek değil ve her ikimizinki de yalnızca bir anlığına var.”
Bu alıntıda aslında yazar kitap boyunca sorduğu soruların cevabını kendince vermiş oluyordu, ama amacı cevap bulmak değil sorgulamaya itmekti ve bizi sorgulamaya itmekten asla vazgeçmedi, ki kendi cevabımızı bulana kadar sürecek olan bir kısır döngüye girdik. Taa ki kitabın kapağını bilmem kaçıncı kez veya belki de son kez kapattığınızda anlayacaksınız ki bazı soruların cevabının doğru mu yanlış mı olmasının bir önemi olmadığını ve bu sorunun verdiğiniz cevaba bağlı olduğunu, herhangi bir cevap vermenize dahi gerek kalmadığını anlayacaksınız.
Kitaptaki soruya tekrar gelecek olursam kendimce cevabımı en sevdiğim bu alıntı ile vermek isterim;
“Çünkü eğer kendinizi görebilmek istiyorsanız, hayatın ta kendisini bir an için de olsa durdurmanız gerekir. Fotoğraf makinesinin karşısına geçtiğiniz gibi. Orada poz veriyorsunuz siz. Ve poz vermek, bir an için de olsa bir heykele dönüşmek demektir. Hayat ise, hiç durmadan hareket eder. Ve bu nedenle kendisini asla gerçekten de göremez.”
Umuyorum ki; buraya kadar okumuş olanlar için zaman kaybından ziyade bir nebze de olsa kitap hakkında fayda sağlayacak bir incelemedir.