Spoiler içeriyor
Film boşanmak isteyen fakat evlilikleri ile problemleri olmayan bir çiftin boşanma sürecindeki olayları işliyor. Kadın geleceğini, kızını öncelerken; adam babasını, geçmişini önceliyordu ve böylece süreç mahkemeye taşınıyordu. Çıkış senesinden sebep mi yoksa İran filmlerinin genel böyle bir havası mı var…devamıFilm boşanmak isteyen fakat evlilikleri ile problemleri olmayan bir çiftin boşanma sürecindeki olayları işliyor.
Kadın geleceğini, kızını öncelerken; adam babasını, geçmişini önceliyordu ve böylece süreç mahkemeye taşınıyordu.
Çıkış senesinden sebep mi yoksa İran filmlerinin genel böyle bir havası mı var bilmiyorum ama bana 2000ler İstanbul havası verdi. O senelerde halama gitmiştik ve benzer bir evleri vardı. Ablamla kuzenim havuza gitmişlerdi, ben küçüğüm diye götürmemişlerdi. Ona çok üzülmüştüm. Bir onu unutamadım bir de halamın bana aldığı kolyeyi. Çok güzel bir kolyeydi, kapağı vardı ve açılıyordu, uzun, inceydi; içine fotoğraf, cevşen ya da minik bir not sığdırmak mümkündü. Gümüştü ve etrafında oymalı şekiller vardı, yani delik delik gibiydi ama desenler vardı. İçine koyduğunuz şey deliklerden gözüküyordu. Ahh o kadar çok sevmiştim ki o kolyeyi... Kaybedince çok üzülmüştüm. Dünyanın en harika kolyesiydi. Nasıl kaybettiğimi hiç bilmiyorum. Belki ordan kalan bir şeydir, kolye takmayı pek sevmem. Kaybedilebilen şeyleri genel olarak pek sevmem.
Neyse işte film bana bu anılarımı hatırlattı.
Baba karakterinden bahsetmek istiyorum öncelikle. Ortadoğu kültüründen vicdanıyla çıkmış bir erkek gerçekten tüm entel kalıplardan daha üstün gözümde. Ailelerine karşı baskı yapmayan fakat aile kurma ve babalık iktidarının sorumluluğunu alabilen biri her yerde bulunmuyor. Yetişme ve kültürle değil, içten gelen bir vicdandan bahsediyorum. Sorumluluk alabilen, dirayetli, kendinden emin ve bir o kadar insancıl ve şefkatli. Kızına sen ağlarsan ben de ağlarım diyebilecek kadar baba, eşinin boşanma isteğini olgunlukla karşılayacak kadar koca ve babasına onu tanımasa dahi sahip çıkacak kadar evlat. İki omuz, pek çok sorumluluk ve bunu taşıyacak yürek.
Alzeimer hastalığına sahip dedenin altını değiştirme olayı bana okulumu hatırlattı. Ben otizmli ve zihinsel geriliği olan çocuklarla çalışıyorum. Hiç çocukların altını değiştirmedim, bunun için hostes ablalarımız var. Ama ilk başladığımda çok korkutmuştu bu durum beni. Öğrenciler altına kaçırıyor, sınıfı kirletiyorlar vsvs idi. Sonrasında çocukları getire götüre enteresan bir şekilde pis gelmemeye başladı. Aslında bunu anasınıfında çalışırken öğrencim önümde kustuğunda yaşamıştım ilk. O an derdiniz çocuğun iyi olup olmadığı oluyor.
Eskiden neden özel ilgiye ihtiyacı olan insanların olduğunu anlamaya çalışır fakat pek bir cevap bulamazdım. Yaşlılar, hastalar... Zamanında farklı rejimlerde bu insanların yakıldığını hepimiz duymuşuzdur. Asla insancıl gelmiyordu ama bunun gen ıslahı gibi düşünülmesi de kötücül bir mantıktı. Fakat çalışmaya başladıktan sonra ve onlarla bağ kurdukça aslında onların bizim için olduğunu fark ettim.
Herkes yaşlanıyor, hayatın farklı aşamalarında farklı olaylar yaşıyor. Ve bu insanlar da hayatın içindeler. Rabbim korusun ama alt değiştirmek her evladın başına gelebiliyor. Bunları fazlaca dramalaştırıyoruz. Zor ama herkesin hayat dönemlerinden birinin içinde olabiliyor. Bu dönendeki insanlara acımak yerine bir şeyleri onlar için kolaylaştırmak ve yaşlılarla, özel ilgiye ihtiyacı olan insanlarla vakit geçirmek faydalı olabilir.
Evet, çenem açıldı... Huzur evlerinin hemen hemen tüm emekliye el koyduğunu markette tanıştığım bir teyzeden öğrenmiştim. Bu insanlar da bir zamanlar bizim kadar gençti, farklı olaylar yaşadılar ve bulundukları yerdelerdi. Teyze markete bir arkadaşıyla gelmişti, arkadaşı tam bir İstanbul hanımefendisiydi ve saçını yaptırmıştı. Teyzeyse köylü biriydi. Tuvalet arıyordu ve benden yardımcı olmamı istedi, ben de yakında bir kafeye götürmüştüm. Arkadaşı çıkmışken biraz dolaşmak istediğini, bir şeyler alamayacağını söylemişti. Sebebiyse huzur evinin onu harçlıksız bırakmasıydı. O sabah anneannem biraz harçlık koymuştu cebime, ben de onun cebine koymuştum. Nadir görülebilecek bir göz parlamasına şahit olmuştum. Öyle çok övünülecek bir şey değil, yaşlılarla konuşun diye anlatıyorum. Özel ihtiyaçlı birini gördüğünüzde yanına oturun, muhabbet edin, gözüne bakın, korkmayın. Otobüste âmâ bir öğretmenle tanıştığımı hatırlıyorum. Tam bir ilham kaynağıydı. Yanına yaklaşıp beklediği otobüsü sormuştum, aynı olunca birlikte binip sohbet etmiştik. Kendisi çift anadal okumuş bir edebiyatçıydı. Bana atama tercihinde yazabileceğim pek çok şehir önermişti.
Yaşlılara geri dönecek olursam en sevdikleri şey birinin onlara selam vermesi, deneyin. Yolda rastgele yaşlılara iyi günler dilediğinizde ya da selam verdiğinizde anlık bir mıhlanıyorlar oldukları yere sonra kocaman gülümsüyorlar. Pek çoğu ya yalnız ya da uzun zamandır kimseyle bir kelime bile konuşmamışlar, ölümlerini bekliyorlar.
Bu insanlar bulaşıcı değil, kaçmayın, yalnızca oldukları gibi kabul edin, otobüste onlara ayrılmış yerleri onlara teslim edin, ailelerine acıyarak bakmak yerine onlara yardımcı olun. Emin olun çok şey öğrenirsiniz.
Huh, amma uzattım. Hangi filmden bahsettiğmizi unutacak kadar.
Filmde haksız diye işaret edebileceğimiz kimse yoktu. Herkes biraz haksız pek çok haklıydı. Hamile kadın eşi için çabalıyordu, eşi ailesi için... Ona babam gibi bakarım dediğinde aslında dürüst ve çalışkan biri olduğunu anlamıştım. Fakat sonrasında olaylar o kadar karmaşıklaştı ki kendimi bir izleyiciden çok filmdeki hakim gibi hissettim.
Kızın babasına olan güveni ve sevgisi çok güzeldi. Onu korumaya çalışması bile. Babası ile ders çalıştıkları bir sahnede yanlış cevabı puanı kırılacak olsa dahi yazmamasını öğütlüyordu adam, çocuğun ne kadar şanslı olduğunu burdan anlamak mümkün. Mahkemenin önünde dahi ders çalışması ise bana kendimi hatırlattı.
Anne biraz fazla dik kafalı bir karakterdi. Evet, kızının geleceğini düşünmek noktasında haklıydı ama bunu yaparken eşini çıkmaza sokuyordu. Bu kadar parlak bir evladı ziyan etmek istememesi ise hayat tecrübemin bana gösterdiği kadarıyla oldukça haklı bir durumdu.
Filmin sonunda, açık kapının iki yanında ve Birbirlerine dönük ama bakamadan oturmaları ise oldukça metaforikti. Aslında ortada bir duvar var sanıp boşanıyolar fakat kapı sonuna kadar açık ve yine fakat kızlarını zora somayı dahi göze alarak birbirlerine kafalarını kaldırıp bakmıyorlardı.
Her boşanma zordur muhakkak fakat burda boşanmaması gereken, hâlâ birbirinin iyiliği için çabalayan bir çift vardı. İnsan niye kaybedeceğini hata yapmadan fark etmiyor? Üstelik kaybedilen bu sefer bir kolye değil, bağ kurmuş iki insan ve bir aile.
Okuduğunuz için teşekkür eder iyi geceler dilerim.
Ayrıca filmi tavsiye ederim, akıcı, yeterince olaylı ve düşündürücüydü.