"Kişisel hislerim" gönderisinin üzerinden bir ay geçmiş, bence kafi. Şimdi kimsenin ilgilenmediği ama benim için hayati öneme sahip olan bu gönderilere bir yenisini ekleme zamanı. Well, well, well... Nereden ya da nasıl başlayacağımı tam olarak kestiremiyorum. Hayatım biraz fazla durağan…devamı"Kişisel hislerim" gönderisinin üzerinden bir ay geçmiş, bence kafi. Şimdi kimsenin ilgilenmediği ama benim için hayati öneme sahip olan bu gönderilere bir yenisini ekleme zamanı. Well, well, well...
Nereden ya da nasıl başlayacağımı tam olarak kestiremiyorum. Hayatım biraz fazla durağan geçiyor. Beklediğimden de fazla... Bu rahatsız etmiyor aslında, aksine zevk almaya başladım. Üniversitemin tatlış ama fazla gürültülü kahvehanesinde kulaklığımı takıp şiir yazmak keyif veriyor artık. Bazen aniden gelen depresyon zorluk çıkarsa bile memnun olmayı öğrendim. Önceleri her şeyden rahatsız olan, asla tatmin olmayan ben, bu duvarımı kendiliğinden yıktı. Fazla mükemmelliyetçi olmanın anlamı her gün damla damla süzülüyor yanağımdan. Elbette tamamen bitmeyecek, içimde hala bazı inançlar için geçerli olan o "mükemmel olmalı" düşüncesi daima varolacak ama genele vurduğumda, biraz daha eriyor içimdekiler. Keza geçmişe baktığımda kendimi, olmak istediğim insana ulaşmaya çalışan bir avare olarak görüyordum. Artık buna bile inanmıyorum. Gerçekten de olmak istediğim gibi bir insan olduğumun inancı var içimde. Tahminim doğruysa, bir kaç aşamadığım konu dışında mükemmeli arayan basit bir insanmışım. Basitliğin anlamını ise kibrimin ve şefkatimin derinliklerinde kavradım. İkisinin de birbirini sevdiğini, zıtlıklarına rağmen birbirinden kopamayan eşler olduğunu anladığım gün, kendimle barıştım. İnsanlara baktıkça umutsuzluğa giden ayaklarım, hiçliğe sürüklenen zihnim artık daha berrak. Hala gereğinden fazla düşünüyorum, orası ayrı bir konu ama artık kusurlar hakkında düşünmeyi bıraktım. Bazı konularda mükemmelliyetçi ama hafif kusurlu insanların varlığı daha hoş gelmeye başladı. Bunu ise yazdıkça kavradım. Zihnimin oluşturduğu portlere sığan insanların hayatlarını düşünerek, onları tartarak, karşılarında onlarla konuştuğumu hayal ederek fark ettim bunu. İnsanları kusurlarıyla kabul etmek rahat hissettirdi. Fakat bir şüphe uyandırmadı da değil. Hatalar bitirebilir, telafisi olmayan şeyleri meydana getirebilir. İşte bunu aşamadım. İnsanlara olan kronik güvensizliğim, umutsuzluğum, sadakate olan inancımın azlığı ve hayatın diğer yüzü hemen kendini gösterdi. Çoklu denklemlerin içinde yüzen, nereye gittiğini bile bilmeyen, kendi içinde büyük ama rabbine, inandığı değerlere karşı kendini karıncadan bile küçük hisseden birisine dönüştüm. Hem iyiliği görüp iyi hisseden, aynı gün kendini kötülükle beraber mezara koyan basit bir insanmışım galiba. Hayatın anlamı çok garip. Hissettiğin şeylerin yüceliğini sığdıramamak garip. Satırların efendisi gibi hissetmek ise daha da garip. Düşüncelerine zihnen söz geçirememek ama fiilen susmak... Akıl alır gibi değil! Yapamadığım, diyemediğim bir kaç şeyi bu sıralar çok düşünüyorum. Aslında yapabilirim lakin alacağım sonuçtan çekiniyorum. Onun yerine yazıyorum. Düşündüğüm noktalara fiilen zerre etkisi olmayacak olan bir şeyi sürdürmek mantıklı mı? Değil elbette ama yazan adamın başka ne işi olur? Düşünür, yazar. Atilla İlhan ya da Abdülhak Hamit gibi değilim sanırım ben. Onlar biraz daha aktif. Ben daha çok Ahmed Arif gibiyim, en azından satırlarımda onu görüyorum. Ya da Poe gibi. Biraz daha tutkulu, ölümün kıyılarında gezen. Hislerine kırbaç geçiremeyen ama bunların içinden çıkmak yerine boğulmayı tercih eden. Sorsam sanırım Ahmed Arif'e, "yazmak mı yoksa bir şeyler yapmak mı?" diye, "Yaptığım zaman ölmeyeceğim ne malum, satırlarımda can vermek kafi" der diye düşünüyorum. Poe zaten ölü... Bende öyleyim sanırım, ölü ama zevk almaya çalışan. Zevkim ise doruklarında, düşüncelerimle muhabbet etmekten zevk alıyor! Öznenin eksikliği muallakta, bu ise harap ediyor her şeyi. Gece, sisli bir yolda ışık arayan kimselerden geliyorum sanırım. Şimdilik, kendime birikiyorum. Biriktiriyorum daha doğrusu. Yaşadıklarım, isteklerim ve hayallerim o kadar küçük ki. Basitliğin içinde umarım yücelebilirim. Zira basitlik mutluluk veriyor ama yüceliği de istemyior değilim. Kendi küçük kabuğunda sıcak bir saadet istemek yeter sanırım insanoğluna. En azından bana. Yalnız şöyle bir bakınca, hayatıma girecek olan o kişiye karşı ne de çelişkili olacağım kim bilir. Umarım anlayışlı biridir... Sever beni. Ama azından kendimi topluluk içinde rahatça soyutlamanın verdiği huzur var... Bu da iyi bir şey. (Artık Öyle) Soyutlandıkça insan zihni alemlerin dünyasına karışıyor derler. Sahiden de öyle. Yapılan ve edilen her şey, gözde hem çok büyük, hem de çok küçük oluyor. Bunu elbette ki çoğu kişi anlamayacak ama kime ne, burası benim. En azından şimdilik...
Yazdığım bir şiirle bitirmek isterim gönderimi. Hayatımda ilk defa şiirlerimden birine başlık koydum. Garip hissettirdi ama neyse, bence güzel :)
AGAPE
Alemin kudreti, rabbimin zarafeti
Sende can buluyor, sende varoluyor
Kalbimin esareti, hislerimin o renksiz portresi
Hayatımın öznesinde, Kasım'ın başında son buluyor
Suskunluğum ve isyanım, geçip giden zamanım
Anlamsız gelen satırlarım, yaşattıklarım
Sana baktıkça içimde kopan fırtınalarım
Adınla beraber bana rabbimi, evimi anımsatıyor
Belki de alemin o gizemli tarafı
Göz çukurlarının en dibinde
Alemin o eşsiz kudreti
Rabbimin sana bahşettiği suretinde yatıyor