İzlerken düşündüm. Bu sessizlikte, böyle ahenkli ve tatlı bir filmi ancak usta yönetmen Wim Wenders gibileri yapabilir. Perfect Days filmini izlemek herhangi bir ön birikim gerektirmiyor fakat yine de Alman yönetmenin diğer eserlerine bakmakta fayda var. Yeni başlayacak kişiler; Paris…devamıİzlerken düşündüm. Bu sessizlikte, böyle ahenkli ve tatlı bir filmi ancak usta yönetmen Wim Wenders gibileri yapabilir. Perfect Days filmini izlemek herhangi bir ön birikim gerektirmiyor fakat yine de Alman yönetmenin diğer eserlerine bakmakta fayda var. Yeni başlayacak kişiler; Paris Texas, Berlin Üzerindeki Gökyüzü ve Faraway so close! yapımlarını seyredebilirler. Sonra da eşsiz güzellikteki "Perfect Days" izleyerek taçlandırmış olurlar bu serüveni. Böylece "A film by Wim Wenders" yazısı yabancı gelmeyecektir...
Ne kadar hoş bir filmdi bu. Wenders kamerasını bir insan, tuvalet ve doğanın peşinden gezdiriyor. Oldukça basit birkaç şeyden mükemmel bir eser ortaya çıkıyor... Giriş sahnesinde rutini olan bir adamı izleyeceğimizi anlıyoruz. Zamanla bu adamın Tokyo'da tuvalet temizliği yaptığını, müzik, fotoğraf ve edebiyat ile de iç içe bir yaşam sürdüğünü fark ediyoruz.
Adamın ağaca baktığında ışıldayan gözleri, yaprağın huzur verici salınımı ve bu manzarayı eski bir fotoğraf makinesi ile çekmesi; bunun film boyunca yer yer tekrarlanması uzun süredir izlediklerimden alamadığım bir tat verdi bana. Harikaydı!
Arabadaki genç kız Aya'nın kaseti görüp dinlemek istemesi ve adamın bir an heyecanla kaseti teybe koyup ardından kızın tepkisini beklercesine ona doğru bakması... Çok doğal bir sahne; hepimizin kendi beğenilerimizin karşımızdakindeki tesirini merak ederiz. İçte uyanan o hafif heyecan dalgasını çok güzel yansıtabilmiş bir sahne olduğunu düşünüyorum.
Yeğeni olan kıza Spotify neresi? Bir dükkan mı? diye sorması.. Dünyamızın ne kadar yapaylaştığına, dijitalleştiğine, doğadan ve onun müziğinden ne kadar uzaklaştığımıza bir atıftı aslında... Birçok filmde ve kitapta bu mesajı görebiliriz elbette ancak Wenders'ın aktarma biçimi, başrol oyuncunun konuşmadan mimikleri ile her şeyi anlatabilmesi sahneyi bambaşkalaştıran unsurlardandı...
Tümüyle doğal ve sıradan bir hayatı yaşayan Hirayama'yı izlemek bir an olsun sıkmadı. Sanat filmlerinde şahsen bunu başarabilmek zor iş. Tüm ekibi tebrik etmek gerekir. Bir sahne vardı... Hirayama, deniz kenarına geliyor ve bir yabancı ile karşılaşıyor. İkisi de alışık olmadıkları sigarayı tüttürüyor ve ardından öksürüyorlar... Bu sahne o kadar hoşuma gitti ki; yani ne ki bu sigara? İğrenç ve tiksindirici kokusu olan, vücuda zarar veren bu meret mi derde iyi gelen? Tabii ki de hayır! Bu iğrenç maddenin sadece zarar verdiğini çok iyi özetlemiş bir sahne olduğunu düşünüyorum. Ne demiştim ben... Bir yabancı gelmişti Hirayama'nın yanına:
Gölgeler... Üst üste binince daha mı karanlık oluyorlar? Diye soruyor yabancı. Temizlikçi adam, samimi şekilde emin olmadığını söylüyor. "Hâlâ bilmediğim çok şey var... Hayat böyle bitiyor galiba." karşılığını veriyor yabancı. Sonrasında gölgelerin üst üste geldiğinde daha mı karanlık olduğunu test ediyorlar beraber. Ve gölge yakalamaca oynamaya başlıyorlar. Bir gece sahilde yürürken, genç sayılmayacak iki adamı böyle görsek tuhaf karşılarız belki. Ancak filmde seyirciye sıcak bir tebessüm ettirmeyi başarıyor...
Yalnızca bu yabancı değil... Hirayama'nın karşılaştığı herkese tanık olmak harikaydı. İş arkadaşı, yeğeni, kardeşi, yemek yemek için oturduğu yer, banyo yaptığı yer... Hepsi de Hirayama'nın hayatının birer parçasıydılar ve filmi sanatsal bir şölen haline getirmişler.
Ya ben uzun süredir böyle bir sanat filmi izlememiştim. Wim Wenders, böyle 10 numara film yaptığın için sana gönülden teşekkür ediyorum. Ustalar bir başka ya. Ustalar bir başka... 10/10