İsveçli yazar Per Olov Equist'in 2004 yılında yayımlanan romanı, Paris'teki Salpêtrière Hastanesi'nde histerik hastalarla hipnotik deneyler yapan aynı zamanda Freud'un da hocası olan nöroloji profesörü Jean Martin Charcot'un, hastası Marie "Blanche" Whittman ya da kısaca Witt'i ve radyoaktivite alanında yaptığı…devamıİsveçli yazar Per Olov Equist'in 2004 yılında yayımlanan romanı, Paris'teki Salpêtrière Hastanesi'nde histerik hastalarla hipnotik deneyler yapan aynı zamanda Freud'un da hocası olan nöroloji profesörü Jean Martin Charcot'un, hastası Marie "Blanche" Whittman ya da kısaca Witt'i ve radyoaktivite alanında yaptığı öncü çalışmalarıyla iki kez Nobel Ödülü'ne layık görülen fizikçi ve kimyager, bilim insanı Marie Skłodowska Curie'nin yaşadıkları aşkları, çalışmaları, zorlukları, mücadeleleri ve ilginç ilişkileri anlatmaktadır.
Yazarın bir takım tarihsel verilerle birlikte ördüğü fantezi dünyasından oluşan eserde ne kadarının doğru ne kadarının kurgu olduğunu anlamak pek mümkün değildir. Hikayenin başında, yaşamının son evrelerinde tanıştığımız ve bir zamanlar olduğu kadının sadece yarısı kadar olan Blance Whittman karşılar bizi.
Wittman'ın düşüncelerini kaydettiği günlüklerinden ilham alınan kitapta 3. tekil anlatıcının dışında zaman zaman Wittman'ın düzensiz ve dağınık anlatımını sarı, siyah ve kırmızı olarak adlandırdığı günlüklerinden öğreniriz ki yazar da üç bölüme ayırdığı kitabında okuyucuya bu duyguyu yansıtmıştır.
Salpêtrière Hastanesi'ndeki tedavisinden sonra hastanenin röntgen labaratuvarında çalışan Wittman, daha sonra Curie'lerin yanında asistan olarak işine devam etmiş ancak radyum araştırmaları yüzünden de maalesef uzuvlarını kaybetmiş ve ölene kadar hayatına ampute olarak devam etmiştir. Curie, kendini bilime adayan nadir kadın dehalardan biri olarak karşımıza çıkarken, Wittman, bugün radyum olarak bildiğimiz ölümcül keşfe bedenini parça parça teslim eden histerik bir denek olarak çıkar.
Kitapta Curie'nin iki farklı yönünü görürüz; bir yandan radyumun keşfiyle ilişkilendirdiğimiz bilim insanı, anne ve eş olan Curie'yi okurken bir yandan da kadınlığına geri döndürülmüş, cinsel arzuları ve tutkularının peşinden giden bir Marie ile tanışırız. Enquist'in Curie'si bizim bildiğimiz kişilikten o kadar uzaktır ki, ortaya çıkan yasak aşk hikayesiyle birlikte bir kadının utanç verici düşüşüne de şahitlik ederiz.
Yazar, bilimi bu iki tarihi kadın karakterlerin hayatlarına metaforik bir unsur olarak aktarmıştır. İkisinin de ölümüne sebep olan radyumun, aşkın zehirli ve kanserli bir tümör niteliğini temsil etmek için bilimi ustaca bir yöntemle kullanmış ve kurguya yedirmiştir.
Charcot'tan Freud'a, Tourette'den Babinski'ye, Bourneville'den Langevin'e, Einstein'den Pasteur'e, Pierre ve Marie Curie'den Becquerel'e kadar bilim dünyasına hizmet eden birçok bilim insanının da adının geçtiği romanda Jane Avril ve özellikle Blanche Wittman gibi deneklerin katkıları da yadsınamaz. Hem kadın olmak hem de bilim dünyasında önemli bir keşif yaparak böylesine değerli isimlerin yanında yer alabilmek, o dönemde bugüne göre kat kat zor iken aşklarının peşinden cesaretle giden ve sisteme boyun eğmeyen bu iki büyük kadın kahramanı da takdir etmemek mümkün değil doğrusu.
Enquist, bilim dünyasındaki insanların özel hayatlarını bu kadar irdelediği ve bazı kısımlarının iftira olarak nitelendirildiği gibi sert eleştiriler alsa da kitabı 2007 yılında Verona'da "Romeo ve Juliet Ödülü" ile Napoli'de "Premio Napoli Ödülü"nü almıştır.
Okurken doğruluğundan şüpheye düştüğüm, yazarın bu kadar detayı nasıl bilebilir dediğim kısımlar olsa da aslında bu karakterlerin de bizler gibi birer insan ve en önemlisi kadın olduğunu, onların da insani duygular taşıdığını ve her insan gibi hata yapabileceklerini unutmamak gerekir diye düşünüyorum. Önceki yıllarda Radyoaktif filmi ve Freud dizisini izlediğim için okurken dönemi, toplumun kadına, bilime ve bilimsel çalışmalara bakış açısını az buçuk biliyordum. Yasak aşkın kahramanı bir kadın değil de bir erkek olsaydı bu kadar sansasyon olur muydu sanmıyorum keza Marie aforoz edilirken Paul'ün yoluna devam etmesi de bunun doğruluğunu ortaya koyuyor sanırım.
Ben okurken çok etkilendim, özellikle Blanche'ın anlatımının yer aldığı kısımlardaki duygu yoğunluğu ve samimiyeti çok iyiydi. Yazarın anlatımını ve kitapta yarattığı ortamı da çok sevdim. Kitapla kalın...
Notum : 10/10