İlk olarak Lanthimos'un izlediklerim arasında en başarılı bulduğum filmi olduğunu söylemekle başlayayım. (ikinci sıramda dogtooth var.) Jenerikten bile sanat akıyordu dersem yanılmış olmam. Filmin havasıyla ancak bu kadar uyumlu bir jenerik olabilirdi. Ve açılış.. Bu kadar yalın olan bir görüntü,…devamıİlk olarak Lanthimos'un izlediklerim arasında en başarılı bulduğum filmi olduğunu söylemekle başlayayım. (ikinci sıramda dogtooth var.) Jenerikten bile sanat akıyordu dersem yanılmış olmam. Filmin havasıyla ancak bu kadar uyumlu bir jenerik olabilirdi.
Ve açılış..
Bu kadar yalın olan bir görüntü, nasıl bu kadar güçlü bir duygu aşılayabilir?..
Özellikle yalnızlık, üzüntü ve depresyonu simgeleyen mavi rengin, kostümde kalmayıp genel havaya da hakim olması ve kasvetli bir ambiyans yakalanması mest etti.
Tabii bununla birlikte, Emma'nın tabiri caiz ise Stone gibi oyunculuğu ilk dakikadan mızrak gibi şrraak diye devreye giriyor.
Devamında da hikaye hızla açılmaya başlıyor.
Kimi farklı mecralarda okuduğum yorumlarda; izleyicinin hikayenin içine çok zor entegre olmasından yakınılmış. Zaten yönetmenin böyle bir gaye güttüğünü hiç ama hiç sanmıyorum.
Gözlemlemeye muhtaç olmasının yanı sıra anlaşılması son derece kolay bir film olduğunu düşünüyorum. Belki de Yorgos'un Hollywood'a göz kırpmasından kaynaklıdır. Bilemiyore.
Cinsellik..
Seks sahneleri abartıldığı kadar yoğun değildi. Daha doğrusu söylenildiği gibi pornografik derecede aleni değildi.
Ancak estetik diye nitelendirilecek kadar erotik de değildi.
Kostümler fevkaladenin fevkinde, renk kullanımı, sahne ve görsel kurgusu müthişti. Sizi o distopya kokan sürreal tasarımın arşa çıktığı dünyaya öyle iyi alıyor ki büyüleniyorsunuz. Hem de 1900'lerde geçtiği söylenen bir hikayede..
Peşi sıra farklı zaman ve mekanlarda gelişen hikayelerin sekans başlangıcında verilen kısa hareketli görüntülerin tadı damağımda kaldı. (İskenderiye favorim)
Ve.. Ne desem az oğlu az mevzu.
Geniş açı objektif.. Hatta balıkgözü kullanarak yaptığı şey.
Bittim;
Distorsiyon sizi rahatsız etmek yerine hikayeye müthiş bir ustalıkla 3.göz olarak dahil ediyor.
Hikaye zaten deli işi, bayılırız.
Eriyip bittiğim kısım, son bulduğuna göre.
Tenkit ve genel yoruma geçebilirim.
Esas karakterin cinselliği bu kadar erken keşfetme si oturmadı.
Paris kısmında Bella'nın karakter gelişimine hayat yönüyle katkıda bulunan dövmeli Manukyan'ın :d tavsiye ve öğütleri hoşuma gitse de yine çok hızlı bir şekilde karakteri şahlandırdı.
Dafoe yine çok iyiydi, Duncan karakteri serseri serbest stilinin yanı sıra tanımlayamadığım bir değişik havaya sahipti, rolü çok başarılı buldum, cuk oturmuştu.
Bella'yla ikisinin dans sahnesi müthiş orjinaldi. The Substance'dan sonra Margaret Qualley'i görmek hoşuma gitti.
Harry ile olan tatlı yakınlığın uzatılmasını isterdim, birbirlerini çok iyi besliyorlardı.
Bella'nın temel insani karakterlerinin oturmasına büyük katkı sundu. ( bir zaman önce ağlayan bebeğe yumruk atma isteğiyle yerinden sıçrayan kızımız, sonrasında gördüğü dehşet verici şeylerin ardından inanılmaz içten bir merhamet ve vicdan duygusuyla ağlayabiliyor)
Bella'nın karanlık bir kuyudan çıkarıp gökkuşağına armağan ettiği tüm bu çalkantılı hikayenin ardından doktor olma isteği ve çabası güzel bir detaydı.
Bence karakterin yeniden hayat bulmazdan önceki yaşamı daha net şekilde, detaylı olarak irdelenmeliydi. Evvel hayatı merak ettirdi, soru işareti olarak kaldı.
Ve alternatif bir son yazmam gerekirse;
O yüz karası, müsvedde generale doktorun beyni nakledilse nasıl olurdu acaba diye düşünmedim değil.
Ancak böyle iğrenç birinin sıfatını değer verdiği, baba bildiği insanın davranışları ve karakteriyle yaşayacak olması bütünleşmedi.
Yani o herife layık görülen son yaraştı gibi de..
Belki daha farklı da olabilirdi.
Velhasıl baya beğendim.
Zannediyorum 11 adaylıktan 4 Oscar almış, analarının ak sütü gibi helal olsun..
Bye"lar.
.
.
.
🙋🏽♀️