Film eleştirilerimin bugünkü konuğu Sefertası. (Uzun zaman sonra şarkı koydum sona.) Doğrusu bu film ile bende çağrışan pek çok anım var ama maateessüf anlatma isteğim yok. Sebep, boşluk. Film tam gününe denk geldi. Öğleden sonra kar yağıyordu, uzun uzun yürüdüm…devamıFilm eleştirilerimin bugünkü konuğu Sefertası. (Uzun zaman sonra şarkı koydum sona.)
Doğrusu bu film ile bende çağrışan pek çok anım var ama maateessüf anlatma isteğim yok. Sebep, boşluk.
Film tam gününe denk geldi. Öğleden sonra kar yağıyordu, uzun uzun yürüdüm sokakları, düşündüm aklımdakileri, evirdim çevirdim. Sonra bu filmi açtım.
İnsan kaybettiği yerden ne kadar hassaslaşıyor. En basiti bir diş çektirsen yeri ne kadar boş hissettiriyor. Oraya aitken ordan koparılmış. Ne kadar sızlıyor için için. Sessizleşiyorsun rüzgar değmesin diye. Üşüyeceksin ordan biliyorsun. Herkese duyduğun şefkat böyle anlarında kendine yetmiyor.
İnsan ne zaman yalnız?
Filmimiz iki yalnız insanı işliyor. Ruhları ıssızlığa alışamamış. Yanlış trene binip birbirlerini buluyorlar. Yüz yüze gelmeden. Bazı cümlelerde bularak. Sadece ruhları yol çiziyor.
Ruh bir yere ait oldu mu hep etrafında dolanır da insan kendisi bilmez. Bazen özenerek hazırladığı bir yemek asıl ait olduğu kişiyi bulur, bazen yanlış bir bilet alırsın, bazen o civardaki başka ruhlarla çarpışırsın. Ruh bilir. Sen bilmezsin. Doğduğunda tanır pek çok aidiyetini. Çekim dersin, kader dersin, illa zihin kendine ait kılacak ya yaşananları, kılıfına uydurur. Pek çoğunu seçtiğini sanarsın. Pek çoğunu seçemezsin.
Sağlıkta sevmesi gönül düştükten sonra kolay kolay korkutmaz, tersine birkaç güzel söz ile daha da bağlar. Ya hastalıkta? Filmdeki kadın bir annesine baktı, bir teyzesine. Sırf pervaneye baksın da varlığıyla ömrümdeki yerini korusun diye evine jeneratör bağlatan teyzeninkiydi aşk. Her sabah kahvaltı yapmayı unutacak kadar sevebilmekti, annesininkiydi aşk. Aldatıldığı evde kalabalık bir yalnızlık...
Sosyolojik de yaklaşılabilir belki filme. Ama pek canım istemiyor.
İnsan, özel çocuklarla ilgilenirken sıradan bir çocuk yaramazlığını hoş görmeye başlıyor. Hastalıkta gribi hoş görmeye başlıyor. Fırtınada kalsa yağmurda ıslanmaktan korkmamayı öğreniyor. Depremi görünce...
En çok bir yerden eksilince başlıyor büyümeye. Bitkiler gibi. Budanmadan olgunlaşma da gelmiyor. Daha güçlü, daha eksik. Öldürmeyen güçlendiriyor. Ama güçlü olmak tam olmak demek değil her zaman.
Adamın karısının televizyon camına yansıyan görüntüsüne çektiği hasret... Küçücük bir şehirde doğmuş, ölümünü bekleyen bir adamın en değerli hatırası oluveriyor.
Demezem dahi sana âşıkem ey gül zîrâ
Sana âşıklığum izhâr edeli hâr olubem
Akl u sabr u dil ü dîn getdi bi-hamdi’llâh kim
Sefer-i sâhil-i sevdâya sebük-bâr olubem
Yoh Fuzûlî haberüm mutlak özümden bes kim
Vâlih-i nakş-ı hayâl-i ruh-i dildâr olubem
Leylîde eğerçi derd çohdur
Mecnûn-ı hazînce derdi yohdur
Leylî eli iğnedendür efgâr
Mecnûna kılıçlar eylemez kâr
Leylîni eder harîr dil-gîr
Mecnûna verür neşât zencîr
Leylî ister ki eksile gam
Mecnûn gamın arturur demâdem
🔸İncesaz-Sevdayla Hesaplaşılmaz
Okuduğunuz için teşekkür ederim.