An Elephant Sitting Still Sessiz Çığlıkların Film Dili Hu Bo’nun An Elephant Sitting Still filmi, yalnızca bir sinema eseri değil, varoluşun ağırlığını hissettiren derin bir deneyim. Film boyunca karakterlerin çaresizce sürüklenişine tanık olurken, onların çıkışsızlığı ve hayata karşı duydukları derin…devamıAn Elephant Sitting Still
Sessiz Çığlıkların Film Dili
Hu Bo’nun An Elephant Sitting Still filmi, yalnızca bir sinema eseri değil, varoluşun ağırlığını hissettiren derin bir deneyim. Film boyunca karakterlerin çaresizce sürüklenişine tanık olurken, onların çıkışsızlığı ve hayata karşı duydukları derin umutsuzluk, izleyiciyi de içine çeken bir girdaba dönüşüyor. Film, birbirinden bağımsız görünen dört karakterin kesişen hayatlarını konu alırken, onların yaşadığı içsel çöküşü adım adım gözler önüne seriyor. Çin taşrasının kasvetli atmosferi, sıkışmışlık hissi ve karakterlerin kendilerine bile yabancılaşan varoluşları, filmi Nuri Bilge Ceylan’ın sinemasına benzetmemize neden olsa da, Hu Bo’nun dünyası çok daha sert ve umutsuz bir yapı sunuyor. Kelimenin tam anlamıyla bir yavaş patlama olan film, sessizlik içinde bağıran karakterleriyle, her anında izleyicisini derinden etkileyen bir yapıya sahip.
Hu Bo’nun karakterleri, kaderlerini kabullenmiş ama yine de bir çıkış arayışında gibi görünüyor. Ancak bu arayış, onların çabalarıyla değil, sadece zamanın akışına kapılmalarıyla devam ediyor. Film boyunca fiziksel olarak hareket ediyorlar, tren istasyonlarında, sokaklarda, okul koridorlarında dolaşıyorlar ama bu hareket hiçbir anlam ifade etmiyor. Tıpkı hayatlarının kendisi gibi, ilerlemiyorlar; sadece varlar. Nuri Bilge Ceylan’ın karakterlerinde gördüğümüz gibi, burada da insanlar yalnız, anlaşılmamış ve kendilerine bile yabancılar. Ancak Ceylan’ın karakterleri, uzun diyaloglarla içsel çöküşlerini paylaşırken, Hu Bo’nun karakterleri çoğunlukla suskun. Ceylan’ın sinemasındaki felsefi sorgulamalar ve doğayla kurulan metafizik bağın aksine, burada doğa neredeyse yok. Karakterler, beton bloklar arasında sıkışıp kalmış, karanlık bir dünyanın içinde sürükleniyor.
Diyaloglar kısa, sert ve çoğu zaman anlamsız. İnsanlar konuşuyor ama söyledikleri şeyler ne onları rahatlatıyor ne de karşı tarafı ikna ediyor. Konuşmalar, çoğu zaman bir yüzleşmeye dönüşmek yerine havada asılı kalıyor. Ancak film, esas gücünü sessizliklerinden alıyor. Karakterler konuşmadıklarında bile, yüzlerindeki donuk ifade, bakışlarındaki umutsuzluk, sessizliklerindeki boğulmuşluk her şeyi anlatıyor. Hu Bo’nun kamerası, uzun planlarla karakterleri takip ederek bu sessiz çığlığı daha da güçlendiriyor. Filmin en etkileyici metaforlarından biri, sürekli bahsi geçen Manzhouli’de oturan fil. Efsaneye göre, bir fil Manzhouli’de bir yere oturmuş ve hiçbir şey yapmadan, kimseye tepki vermeden öylece duruyormuş. Bu hikâye, filmdeki karakterler için bir umut ışığı gibi görünebilir ama aslında bu umut, hareket etmeme, kaybolma, tamamen yok olma isteğine dönüşüyor.
Çünkü bu dünyada savaşmaya değer bir şey kalmamış gibi. Kimileri oraya giderek filin yanında oturmak istiyor, kimileri onu görmek için yola çıkıyor. Ama gerçekte fil var mı, yok mu, önemli değil. Önemli olan, karakterlerin bu çıkışsızlıktan nasıl kaçabileceklerini bile bilmemeleri. Filmin en trajik tarafı ise, yönetmeni Hu Bo’nun filmi tamamladıktan kısa bir süre sonra intihar etmesi. Bu, filme bambaşka bir anlam katıyor. Film, yalnızca bir anlatı değil, aynı zamanda yönetmenin kendi ruh halinin, kendi varoluş sancılarının bir yansıması haline geliyor. Hu Bo, bu filmiyle izleyicisini yavaş yavaş boğan bir atmosfer yaratıyor. Sinema tarihine kazınan bu film, sadece bir hikâye anlatmıyor, aynı zamanda bir ruh halini aktarıyor. An Elephant Sitting Still, hayata tutunamayan, umutsuzluk içinde kaybolmuş ve en kötüsü, bir çıkış yolu bile göremeyen insanların filmi. Finalde izleyiciye kalan, bir cevap değil, bir his. Ve bu his, bir süreliğine değil, uzun bir süre insanın içinde yankılanıyor.