Spoiler içeriyor
Mustafa Kemal Atatürk, gelecek nesillere rehber niteliğinde olan bu tarihi söylevinde, belgelere dayalı, kronolojik ve sistematik bir dil kullanmış. Hitabet gücüyle beni fazlasıyla etkilemeyi başardı. Kendi gözlemleri sonucunda kaleme aldığı, milli bilinci uyandıracak nitelikteki bu eserde, tarihî olayları çarpıtmadan sunarak…devamıMustafa Kemal Atatürk, gelecek nesillere rehber niteliğinde olan bu tarihi söylevinde, belgelere dayalı, kronolojik ve sistematik bir dil kullanmış. Hitabet gücüyle beni fazlasıyla etkilemeyi başardı.
Kendi gözlemleri sonucunda kaleme aldığı, milli bilinci uyandıracak nitelikteki bu eserde, tarihî olayları çarpıtmadan sunarak ve olayları neden sonuçlarıyla açıklayarak, nesnel bir bakış açısı sunmuş. Hiçbir konuda şüpheye yer bırakmamış.
Özgürlük ve bağımsızlık vurgusunun sıkça yapıldığı bu eserde, Türk milletinin her bir ferdinin elini taşın altına koymasıyla gösterdiği fedâkarlık ve iradesiyle elde ettiği zaferleri tüylerim diken diken olarak okudum.
Eserinde sıklıkla bazı kişiler ve gruplara yönelik sert eleştirilerini, imkânlarım el verdiğince, geçmişten ders alıp geleceğe yön verebilmek adına aşağıda kendi cümlelerimle özetlemeye çalıştım. Bir eğitimci olarak bunu kendime görev sayıyorum.
…
Adım gibi bildiğim fakat detaylarına hâkim olmadığım konulardan çıkardığım kısa özetler..
Ferit Paşa kabinesi düştükten sonra yerine gelen Ali Rıza Paşa kabinesi de vatanın selametine aykırı görüşlere sahiptir. Bağımsızlığın büyük düşmanı Wilson Prensiplerini esas almayı ana amaç olarak görmektedirler. Milli mücadele için çalışmaları birçok bölgeden temsilcilerle yürüten Heyet-i Temsiliye ile anlaşma yolundan uzak oldukları telgraflaşmalarda göze çarpar. Cumhuriyet'e karşı oldukları da Türk ordularını bozguna uğratıp verimli Makedonya topraklarını düşmana terk etmiş olan, Vahdettin'in emellerine hizmet eden batı orduları başkomutanı Ali Rıza Paşa'nın dahiliye nazırı Ahmet İzzet Paşa'yı bir ziyaretinde açıkça dile getirilir. Bu sırada Heyet-i Temsiliye nin hükümetteki üyesi dahiliye nazırı Cemal Paşa da arabuluculuk bahanesiyle milli mücadeleye aykırı söylemlerde bulunup hükümet yanlısı davranır.
Yahya Kaptan hadisesi de çok önemli. Kuvay-ı Milliye’ye leke sürdürmek için İstanbul Hükümetinin en sert saldırılarından biri olarak tarihe not düşülmüş bir hadise. İstanbul Hükümetinin adamları Yüzbaşı Nail Bey ve Binbaşı Necati Bey’in başını çektiği Gebze Kaymakamının da işin içinde olduğu Büyük ve Küçük Aslan çeteleri kullanılarak işlenen cinayetler ve hırsızlıkları Yahya Kaptan’ın üstüne yıkarak hem Kuvayı Milliye’yi kötü göstermek hem de zimmetlerine para geçirme gibi iğrençliklere başvurulmuştur. Bu isimler de tarihe adlarını rezil bir şekilde yazdırmışlardır. Yahya Kaptan’ın vatan ve millet adına mücadelesi bu hainleri rahatsız etmiş, onu suçlayacak yukarda yazılanlar gibi birçok yalanlamaya başvurmuş, başarılı olamamışlardır ve en sonunda suçsuz olduğu hâlde teslim olmasına rağmen pislikleri ortaya dökülecek korkusuyla kendisini acımasızca öldürme yoluna başvurmuşlardır. Yahya’nın ortadan kaldırılması İzmit, Adapazarı ve İstanbul dolaylarında, düşmanlarımız hesabına birçok fesat çetelerin doğmasına yol açacaktır. Bu kısımları içim parçalanarak okudum.
Sözde Ermeni soykırımını ortaya atıp işgal edilen topraklar üstünde hak iddia etmek isteyen bunu da İstanbul'u size bırakırız şeklinde lütfederek (!) yapan İtilaf Devletlerinin apaçık oyununa gelen İstanbul hükümetinin düşürülmesini zaruri gören Mustafa Kemal, tam bağımsızlığı esas alarak çizdiği yolda yine sonuna kadar haklıdır. Fransızlar tarafından silahlandırılan ve kışkırtılan Ermenilerin savunmasız halka uyguladığı zulmün bir sürü belgeye dayandırılmasına rağmen İtilaf Devletlerinin bu Ermenileri zulme uğramış ve düşkün gösteren politikasına boyun eğerek bağımsızlığımıza büyük darbe vuracak bu tekliflere sessiz kalan hükümet, işlevini çoktan yitirmiştir ve düşmekte geç bile kalmıştır. Kuva-yı milliye de millet de yabancıların bu teklifine ve onu gerçekleştirmeye çalışan hükümetin istek ve emrine boyun eğmeyecektir.
TBMM ve hükümetin kuruluşundan sonra kurulan Yeşilordu derneği ilk başta yararlı işler yapıyor gibi gözükse de dernek kurucuları arasında bulunan ve zamanında Anzavur ve Düzce isyanlarının bastırılmasında büyük yararlılıklar gösteren Çerkez Ethem Bey ve kardeşlerinin komutanlarımızı aşağılayıcı tavırları hatta işi meclis başkanını asacağız gibi söylemlere vardırmaları derneğin amacından saptığını kanıtlamıştır.
1.İnönü zaferi üstüne büyük mücadeleler sonucunda başarı sağladığımız 2.İnönü zaferi de durumları lehimize çevirmeye başlamıştı. Savaş sırasında Refet Paşa’nın başarısız hamleleri ve tam başarı sağlanmamışken düşmanın daha da güçlenmek için geri hatta çekilmesini zafer olarak adlandırması böyle bir konumda bulunan bir komutandan beklenmeyecek bir hataydı. Savaş meydanlarından uzaklaştırılarak Milli Eğitim Bakanlığı görevine getirilmek istenir fakat onun gözü başkomutanlıkta olduğu için bu teklifi geri çevirir. Bir süre sonra kabul edecektir.
2.İnönü zaferinden sonra Londra’ya gitmiş olan delegeler kurulumuz geri döner ve dışişleri bakanımız Bekir Sami Bey’in meclisten habersiz yaptığı sözleşmelerden bir süre sonra haberdar olunur. İngiltere, Fransa ve İtalya ile görüşüp kabul ettiği maddelerden Milli şuuru tam olarak anlayamamış olduğu kanısına varmak çok zor değildir. Ordumuz bu hâldeyken en doğru yolun tarihten silinmeden bazı imtiyazlar verilerek gerçekleştirilmesi gerektiğini şiddetle savunarak aslında İtilaf Devletleri’nin Sevr’de ulaşamadığı amacına hizmet etmekteydi.
Son kısımlara doğru anlaşılıyor ki Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri tecrübelerine güvenip ikinci şansı tanıdığı Nurettin Paşa ve Refet Paşa o şanslarını da kötüye kullanmışlardır. Nurettin Paşa ile ilgili gelen şikâyetleri kendi çerçevesinde değerlendirip ağır cezadan kurtulması için meclisi ikna etmiş daha sonra 1.ordunun başına geçirmiştir. Milli Savunma Bakanı Refet Paşa’nın ise Genelkurmay başkanı olma hayallerini karşılıksız bırakıp ona istifadan başka seçenek bırakmamıştır.
Halifenin kaldırılmasına yönelik meclis toplantısında Mustafa Kemal’in, Hülâgü'nün Halife Mu'tasim'1 idam ettirerek, yeryüzünde hilâfete fiilen son verdigini ve 1517'de Mısır’ı alan Yavuz, ünvanı halife olan bir mülteciye önem vermeseydi, hilafet ünvanının günümüze kadar miras kalmış bulunamayacağını ifade etmesi çok ikna ediciydi. Bu noktalara ilk defa bu kitapta denk geldim. Zamanında da öyle ikna edici olmuş ki 2 kişi hariç (Mersin Milletvekili Selâhattin Bey ve İzmir’de asılan Ziya Hurşit) herkesten imza almayı başarmış. Saltanata derin bağlılık duyan Rauf Orbay gibiler ise meclisteki çoğunluğun saltanatın kaldırılmasına sıcak bakmasından dolayı siyasi yalnızlığa düşeceklerinden ve halkın Mustafa Kemal’in önderliğini kabul ettiklerini gördüklerinden bu karara sıcak bakmak zorunda kalmışlardır.
TBMM başvekili Rauf Orbay'ın Lozan konferansının ikinci görüşmelerinde İsmet İnönü'ye muhalif tavırları ve bakanlar kurulunu da bu yönde kışkırtıcı hareketleri Mustafa Kemal gibi bana da çok anlamsız geldi. Yunanlılarla barış yolunda adım atma adına tazminat vermelerinin istenmemesi Rauf Orbay'ı gereksiz yere çok kızdırır. Zorla da olsa bu tarihi zafer kendisine taktir ettirilir. Telgraflarında sürekli Mondros Ateşkesini de kendisinin yaptığından ve onun da ne kadar başarılı olduğundan, bu başarının Lozan'a kapı açtığından komik bir şekilde bahseder. Fakat antlaşmanın maddelerine bakınca bunun strateji olduğuna kendisinin bile inanması gariptir Hatta o dönemin basınında Rauf Orbay’ın Mondrostaki stratejisini Lozan zaferiyle taçlandırdığını söyleyenler bile çıkar. Daha sonra başkanlık makamının sağlamlaştırılması gerektiği ile ilgili talepte bulunarak hükümet başkanlığından çekilir. Bu isteği Mustafa Kemal onaylar. Rauf Orbay'ın kastettiği hilafet makamıdır fakat Mustafa Kemal Cumhuriyet'i ilan etme düşüncesiyle bu onaylamayı yapmıştır. Cumhuriyet ilan edildikten sonra da başkent yerine payitaht kelimesini kullanan devlet adamlarına da bu kelimeye kanuni yoldan gerek kalmadığı mesajı verilerek Türkiye Devleti'nin başkenti Ankara şehridir kanun maddesi eklenmiştir. (9 Ekim 1923 tarihli tek maddelik kanun)
Cumhuriyetin ilanından sonraki süreçte hilafet konusu uzun süre gündemi meşgul etmiştir. Rauf Bey mecliste bu konunun önemine işaret edenlerin sesi olmuştur. Halifelik makamının Cumhuriyet ile eski gücünü kaybettiğini anlayan gericiler makamı yüceltmek adına basında türlü demeçler vermişler fakat Türk milletine kolayca saldırabilmek için korunup devam ettirilmesi sakıncalı olan hilâfetin ortadan kaldırılması gerektiğini tarih bize defalarca göstermiştir.
Rauf Bey, Cumhuriyet'in ilanı üstünden daha 2 gün bile geçmeden bu rejime karşı olduğunu demeçleriyle defalarca göstermiştir. Bu karşı olmada Cumhuriyet'in oldubittiye getirilip çok çabuk ilan edildiğini söyleyerek duyduğu güvensizlik yatar. Fakat büyük mücadeleler sonucunda Büyük Meclis'in millet egemenliğini esas alan bu rejimi ilan etmesinde rahatsız edici bulduğu asıl nokta halifelik konusudur. İlk zamanlar Cumhuriyet'in en büyük destekçilerinden gibi görünmüşse de sonradan yaptıkları bunun rolden ibaret olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Cumhuriyet’in ilanından sonra askerlikten aynı zamanlarda istifalarını isteyip büyük bir komplo tasarlayan Ali Fuat Paşa, Kazım Karabekir Paşa ve Refet Paşa’nın isimleri de tarihe kara leke olarak geçmiştir. (Mustafa Kemal Paşa kronolojiyi gözden geçirerek bu birleşmenin Rauf Orbay’ın hükümet başkanlığından çekildiği tarihlere rastladığı tespitinde de yanılmadığını görmüştür.) İngilizlerin kışkırttığı düşünülen Nasturilerin ayaklanmasında ordumuzu başsız bırakarak İngiliz Ultimatomuna sebebiyet vererek bağımsızlığımızı tehlikeye atmışlardır. Büyük bir diplomatik başarıyla bunun da önüne geçilmiştir.
Son kısımlarda, isyanları bastırmak ve memleketi isyana teşvik için türlü dolaplar çeviren muhalif gruplar ve yine milli egemenliğin en güzel şekilde uygulamaya konduğu Cumhuriyet rejimine karşı olumsuz yazılarda sınırı aşanlara sansür uygulamak adına çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ve İstikal Mahkemelerinin ne kadar faydalı olduğunu her sayfada hissettim. Gerici zihniyetin bu konuları günümüzde de neden sürekli gün yüzüne çıkardıklarını çok daha iyi anladım. Medeniyet böylelerine her zaman ağır gelir!