kitabı ilk okumaya başladığımda serinin bir önceki kitabı olan nefes’in biraz tekrarı gibi gelmişti yer yer çünkü iki kitapta da geçirdiği ve sürekli farklı şekillerde -adeta mutasyon geçirerek tekrarlayan- zuhur eden ağır akciğer hastalığını, doktorlara ve tıbba olan güvensizliklerini, yanlış…devamıkitabı ilk okumaya başladığımda serinin bir önceki kitabı olan nefes’in biraz tekrarı gibi gelmişti yer yer çünkü iki kitapta da geçirdiği ve sürekli farklı şekillerde -adeta mutasyon geçirerek tekrarlayan- zuhur eden ağır akciğer hastalığını, doktorlara ve tıbba olan güvensizliklerini, yanlış tedavileri okuyoruz. her iki kitapta da arka planda çok sevdiği büyükbabasının ve sonradan derin bir bağ kurduğu annesinin hastalıklarını da görüyoruz sık sık.
bununla birlikte bu kitapta yer alan köklerini, nereden geldiğini hiç tanışmadığı babası üzerinden sorguladığı kısımları da çok beğendim.
aynı hastalığa farklı şiddetlerde ve şekillerde sahip olan sanatoryum sakinleri arasında bile yer bulamayışını, “dış dünya”da bulaşıcı ve ölümcül hastalığı sebebiyle dışlanırken ve istenmezken, kendi “özdeş”leri arasında da var olan ve hiçbir zaman izlerini kaybettirmeyen sosyoekonomik faktörler sebebiyle oradaki birçok hasta gibi diğer ayrıcalıklılar ve doktorlar tarafından dışlanışını ve izole edilişini konu ediniyor. hoş, bernhard da onları istemiyor ve kabul etmiyor zaten. çünkü hepsine olan inancını ve güvenini -çok da haklı olarak- kaybetmiş.
yaşadığı umutsuzluk elbette had safhada. nefes’teki kadar şiddetli ölümlerle karşılaşmıyoruz belki bu kitapta ama aslında durum yine o kadar vahim çünkü bernhard gibi biz de alışıyoruz bu ölümlere. o kadar da önemli gelmiyor çünkü kendisi gibi biz de farkında olmadan bu ölümlere, ortadan kayboluşlara kayıtsızlaşıyoruz; sıradanlaşıyor. dolayısıyla kitabın alt başlığıyla da paralel olarak “bir soyutlanma”ya gidiyoruz. öyle ki bernhard’ın da dediği gibi aksini yaparsak “teatralleşiriz”: “Görüşlerim coşkulu, acım teatraldi.” syf 18
kitapta yer yer yazarlıkla ve yazar olmakla ilgili kısımlar da vardı. (yazarın nasıl utanç duygusundan yoksun olması gerektiğiyle ilgili kısımlar.) her şeyin anlamsızlığıyla ve gerçeklik denen şeyin birer yalandan ibaret olduğuyla ilgili kısımlar. geçmişin ve köklerimizin yaşamımız boyunca bizi kovalayacağıyla ilgili kısımlar…
kitabın son sayfaları özellikle beni çok etkiledi. 60’tan sonrası diyebilirim. tesadüf eseri çok da manidar bir şekilde kitabın içeriğiyle eşleşen bir şarkıyla okudum o kısımları: come - adrianne lenker 🎶
bu son sayfalarda çok sevdiği fakat bunun farkına sonradan vardığı ve büyükbabasından neredeyse hatıra olarak kalan müziğe tekrardan tutunuşunu, dostoyevski’nin ecinniler’iyle tanışmasını ve üzerindeki büyük etkisini, hayatla mücadelesini okuyoruz.
“Burada sadece ölüm arzusu, ölüm dürtüsü, ölüm hazırlığı vardı, bu yüzden yaşam arzumu ve dürtümü saklı tutmak zorundaydım. Kendimi ele vermemeliydim. Elimden geldiğince digerlerinin ölümcül korolarına katıldım, ama içimden bütün gücümle buna karşı koydum. Sırrımı saklamak için bu aldatmacayı sürdürmeliydim. Buradan en kısa zamanda kurtulmak zorundaydım. Ama bunu başarmak için, buradaki kuralları çiğneyebilecek kadar güçlü olmalıydım. Kendi yasalarıma göre yaşamak zorundaydım. Kendi yasalarıma uyarken onlarınkileri çiğnemeliydim. (…) en önemlisi de, hayatımı zihnimde hissetmeli (…)”
syf 76-77
bernhard’ın otobiyografik beşlemesinin 4. kitabı bu kitap. her kitapta olduğu gibi etkileyici ve çarpıcı. son kitabını da merakla bekliyorum