Gönül Yarası Unutulmayan Bir Hikâye Bazı filmler vardır, izledikten sonra aklınızda birkaç sahneyle kalır. Bazıları ise yıllar geçse de zihninizden silinmez, duyduğunuz bir şarkıda, gördüğünüz bir sokakta yeniden karşınıza çıkar. Gönül Yarası işte tam da böyle bir film. Küçük yaşlarda…devamıGönül Yarası
Unutulmayan Bir Hikâye
Bazı filmler vardır, izledikten sonra aklınızda birkaç sahneyle kalır. Bazıları ise yıllar geçse de zihninizden silinmez, duyduğunuz bir şarkıda, gördüğünüz bir sokakta yeniden karşınıza çıkar. Gönül Yarası işte tam da böyle bir film. Küçük yaşlarda izlediğimde sadece birkaç görüntüsünü hatırladığım, ama büyüyüp tekrar karşılaştığımda beni bambaşka bir dünyaya çeken bir hikâye. Yavuz Turgul’un yönetmenliğini üstlendiği bu yapım, bazen bir türkü sözüyle aklımıza kazınan, bazen de bir kadının çaresizliği ya da bir adamın yorgunluğunda kendimizi bulduğumuz güçlü bir anlatıya sahip.
Film, hayatını Anadolu’nun köylerinde öğretmenlik yaparak geçiren ve artık İstanbul’a dönen emekli bir öğretmen olan Nazım’ın (Şener Şen) hikâyesini anlatıyor. Yıllarını öğrencilerine adayan, ailesinden uzaklaşan, hayatta bazı şeyleri kaçırdığını fark eden bir adam… Ama İstanbul, Nazım’ı geçmişiyle ve bilmediği bir gelecekle karşılaştıracak. Şehirde, kaderi onu bambaşka bir hikâyenin içine çekiyor: Müzikhol şarkıcısı Dünya (Meltem Cumbul) ve onun geçmişten gelen hayaleti gibi peşini bırakmayan eski eşi Halil (Timuçin Esen).
Dünya, hayatta kalmaya çalışan, çocuğuna daha iyi bir gelecek sunmak için çabalayan, ama bir yandan da kendi geçmişinin gölgesinde sıkışan bir kadın. Halil ise saplantılı bir aşkla Dünya’nın peşinden sürüklenen, öfkesini ve sevgisini birbirine karıştıran, hırsı ve çaresizliği arasında kaybolmuş bir karakter. Nazım’ın bu iki insanın hayatına dâhil olması, onun için sadece yeni bir başlangıç değil, aynı zamanda geçmişiyle ve kendi vicdanıyla da yüzleşmesi anlamına geliyor.
Film, sadece bir aşk hikâyesi anlatmıyor. Aslında üç insanın birbirine dokunan ama bir o kadar da farklı yönlere savrulan hayatlarını işliyor. Nazım’ın yıllarca uzak kaldığı çocuklarıyla olan ilişkisi, bir babanın pişmanlıklarını ve telafi çabalarını gözler önüne seriyor. Dünya’nın kadın olarak var olma mücadelesi, toplumun dayattığı rollere karşı duruşu ve çalışarak hayatta kalma çabası büyük bir gerçekçilikle işleniyor. Halil’in ise sevgi ve nefret arasındaki ince çizgide savruluşu, izleyiciyi hem sinirlendiriyor hem de düşündürüyor.
Şener Şen, bu filmde yine benzersiz bir performans sergiliyor. Nazım karakterini o kadar doğal bir şekilde yaşatıyor ki, sanki Şener Şen değil de gerçekten yıllarını köy öğretmenliğine adamış, hayatın yükünü omuzlarında taşıyan bir adamı izliyormuşuz hissine kapılıyoruz. Meltem Cumbul, Dünya karakterinde duyguların tüm tonlarını büyük bir incelikle aktarıyor. Hem güçlü hem de kırılgan bir kadın… Timuçin Esen ise Halil karakteriyle Türk sinemasında uzun süre unutulmayacak bir portre çiziyor. Onun öfke patlamaları, çaresizlikleri ve sevgiyi şiddete dönüştüren kırılgan ruh hali, sahici ve etkileyici bir şekilde yansıtılmış.
Filmin atmosferi, müzikleri ve özellikle türküleri de hikâyeye büyük bir güç katıyor. “Etek Sarı Sen Etekten” şarkısı, film boyunca farklı sahnelerde duyuluyor ve her defasında izleyiciye başka bir duygu yaşatıyor. Kimi zaman bir hasretin, kimi zaman bir veda anının fonunda yankılanıyor. İstanbul’un Aksaray sokaklarında dolaşan karakterler, sadece kendi hikâyelerini değil, bu şehrin sokaklarında yaşanan binlerce benzer hikâyeyi de temsil ediyor.
Gönül Yarası, bir aşk hikâyesinden çok daha fazlası… Bazen bir babanın geç kalmış sevgisi, bazen bir kadının ayakta kalma mücadelesi, bazen de bir adamın kaybolmuş benliğini yeniden bulma çabası. Yıllar sonra tekrar izlediğimde fark ettim ki, bu film sadece bir dönem izleyip geçilecek bir yapım değil. Her izleyişte farklı bir detay, farklı bir duygu barındıran, derinliği olan bir eser. Belki de bu yüzden yıllar geçse de hâlâ bir türkü çaldığında aklımıza düşüyor…