Spoiler içeriyor
Selamün Aleyküm ve merhaba Jane Austen'in dünyasına özgü romantizm, tutku, ihanet ve hayal kırıklığı sarmalına ihtiyaç duyduğum bir anda elime kitabını aldım. Sayfaları çevirirken kendimi, Mrs. Jennings'le karşılıklı dedikodu yapıyormuşçasına büyülü bir sohbetin içinde buldum. Kitabı bitirir bitirmez, filmini de…devamıSelamün Aleyküm ve merhaba
Jane Austen'in dünyasına özgü romantizm, tutku, ihanet ve hayal kırıklığı sarmalına ihtiyaç duyduğum bir anda elime kitabını aldım. Sayfaları çevirirken kendimi, Mrs. Jennings'le karşılıklı dedikodu yapıyormuşçasına büyülü bir sohbetin içinde buldum. Kitabı bitirir bitirmez, filmini de izleme listeme ekledim ve heyecanla ekran başına oturdum. Beklentilerim yüksekti; hatta, Austen'ın ruhunu beyazperdeye taşırken bir adım öteye geçen bir yorumla karşılaşmayı umuyordum. Ancak film, beni umduğum kadar tatmin edemedi.
!!!!Ufacık bir sürprizbozan vardır!!!!
Filmi izlerken, o kadar sıkıldım ki, ablamla izlememiş olsaydım ya yarıda bırakırdım ya da sonunu görmek için 5x hızla devam ederdim. Elbette, kitap ile filmin birebir aynı olması beklenemez. Hatta uyarlamaların, kendi yorumunu ve tarzını yaratması gerektiğini de kabul ediyorum. Ancak bu filmde, Edward’ı daha masum ve sempatik göstermek adına eklenen gereksiz detaylar beni oldukça rahatsız etti. Hikayeye herhangi bir katkı sunmayan ve estetik bir işlev taşımayan bu sahneler, yalnızca filmi uzatmaktan öteye gidememişti. Dahası, bu detaylara ayrılan sürenin, kitabın son 100 sayfasının alelacele toparlanmasına neden olduğunu düşünüyorum. Bu durum, hikayenin derinliğine ve özellikle Marianne ile Albay Brandon’ın ilişkisinin gelişimine yapılan bir haksızlıktı. İkilinin bağı, bir çırpıda tamamlanmış gibiydi.
!!!!Ufacık sürprizbozan son bulmuştur!!!!
Yine de, filmi tamamen kötülemek haksızlık olur. Yavaş ilerlese de doğa çekimlerinin muhteşemliği, renklerin incelikle seçimi, müziklerin atmosferi pekiştirmesi ve oyunculukların etkileyiciliği, filmi izlemeye değer kılan unsurlardı. Özellikle oyuncu seçimleri oldukça başarılıydı. Alan Rickman’ın sakinliği ve olgun duruşu, Albay Brandon karakterinin ruhunu mükemmel bir şekilde yansıttı. Marianne, ise kitapta anlatılandan çok daha güzel bir görünüm ve enerjiyle ekrana taşınmıştı. Hugh Grant’a gelince... Onu daha önce “Bridget Jones’un Günlüğü”nde çapkın bir karakter olarak izlediğim için, Edward rolüne uygun olmayacağını düşünmüştüm. Ancak, Grant’ın harika oyunculuğu sayesinde Edward’ın o utangaç ve sessiz doğasını başarılı bir şekilde izleyiciye aktarabildiğini itiraf etmeliyim. Mrs. Jennings ve John Middleton’ı canlandıran oyuncular ise apayrı bir parantez hak ediyor; her sahnede kurdukları neşeli ve biraz dedikoducu çember, beni o kadar keyiflendirdi ki, okurken hissettiklerimin aksine bu karakterlere asla kızamadım. Hatta her göründüklerinde gülümsemeden edemedim.
Sonuç olarak, film, gereksiz sahnelerle uzatılmasa ve hikayenin kilit noktalarına daha fazla sadık kalınsaydı, bir kış gecesinde yanında bir bardak sıcak çikolata eşliğinde mükemmel bir yol arkadaşı olabilirdi. Bu haliyle de, samimi bir kızlar gecesine eşlik edebilecek eğlenceli bir seçenek sunuyor. Normalde bir uyarlama izlenecekse, önce kitabı okumanın daha doğru bir yol olduğunu düşünürüm. Ancak “Akıl ve Tutku” için tam tersini önermek daha yerinde olabilir. Önce filmi izlerseniz, hem filmden hem de kitaptan hemen hemen aynı keyfi alabilirsiniz.